Haritaları sever misiniz? Ben severim. Haritaların kenarındaki 1: 50000, 1:100000 gibi rakamlar da anlamlıdır ve özellikle çocukluğumda, bir haritanın 50 bin kez büyütüldüğünde gerçek ölçülere ulaşacağını düşünmek tuhafıma giderdi.
Jeologlar eskiden dünyanın haritada gördüğümüz gibi olmadığını düşünüyor.
Bunu yakıştırarak mı yapıyorlar yoksa ilmi bir delilleri mi var bilmiyorum. Mesela, Hindistan, bir yerlerden kopup yüze yüze gelmiş, Asya kıtasına yapışmış.
Güney Amerika Afrika’nın güneyinden, Kuzey Amerika ise Afrika’nın kuzeyiyle Avrupa’nın batısından kopup gitmiş.
Bilmiyorum artık, belki Amerikalar sabittir de, Avrupa’yla Afrika doğuya doğru yüzmüştür.
Jeologların bu tespitleri haritaya bakarak yapmaları enteresan.
Yani, sanki kıtalar suda yüzmüşler.
Ben, kıtaların değil de fikirlerin yer değiştirmesiyle daha fazla ilgiliyim.
İlgiliyim dediysem, bir şey anladığımdan değil. Heyecanla ve hayretle seyrediyorum.
İki günlük dünyada, hazzettiğim şeylerden biri bu seyir.
Bir de ‘anlamıyorum’ dediğim zaman bana acıyarak bakanları seyretmek hoşuma gidiyor.
Karaların yer değiştirmesini belki çok yavaş hareket ettikleri için göremiyoruz ama insanların ve fikirlerin yer değiştirmesini takip edebiliriz.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra faşizmin işi bitmişti. Bir zaman, faşizm kelimesi bir ideolojinin adı olarak kullanıldığı kadar hakaret maksadıyla da kullanıldı.
Oysa 1930’larda, 40’larda, Almanya ve İtalya başta olmak üzere Avrupa’nın bir çok ülkesinde revaçtaydı.
Eski şeflerimizin, başvekillerimizin resimlere baksanıza... Hitler bıyığı Türkiye’de bile modaymış!
Bana sorarsanız, pos bıyıklarıyla veya matruş suratlarıyla dönemin bir çok komünisti de faşistti. Stalin az mı ocak söndürdü?
20. Yüzyılın ilk yarısındaki faşistler sanki yer yarıldı da yerin altına girdi. (Ya da yüze yüze üçüncü dünyaya gitti!)
Daha özgürlükçü, daha toleranslı bir Avrupa imajı oluştu.
Bu imaj 40-50 sene sürdü.
Derken, milenyumun başında faşistlere öykünen siviller Avrupa anakarasında yeniden zuhur etti.
Irkçılık neredeyse bütün Avrupa’da Avrupalılar’ı da endişelendirecek şekilde alaka görüyor.
Irkçı partilere rağbet artıyor.
Fransa’da Le Pen’in Ulusal Cephe’si şu anda birinci parti. Bizim referandumdan sonra orada seçim olacak.
Avusturya’da da aşırı sağın yükselişi devam ediyor.
Bugün Hollanda’da seçim yapılıyor ve anketlere göre alamet-i farikası ırkçılık ve İslam düşmanlığı olan Geert Wilders’in Özgürlük Partisi en büyük parti.
Irkçı partilere ilgi artınca, ırkçı olmayan partiler de ırkçılık yapma lüzumu hissediyor.
Sanki sari bir hastalık! Merkez partileri tedricen ırkçılaşıyor.
İsveç, Belçika, İsviçre, Danimarka gibi liberal memleketlerde bile ezan yasağı, göçmen alerjisi gibi ırkçılık, İslamofobi alametleri beliriyor.
Nedir o İsviçre’deki fesli, bıyıklı, maskeli soytarılık?
Bizim zamanımızda en fazla Sam Amca kuklası ateşe verilirdi. Herifler fiilen müsamereye çalışır gibi çalışmışlar!
Hollanda’nın, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nu engellemesi, Aile Bakanı Kaya’yı gayrı medeni bir şekilde, zor kullanarak sınır dışı etmesi...
Evet, İslamofobiyle alakası var. Erdoğan karşıtlığıyla, ‘hayır’cılıkla alakası var.
Ama aynı zamanda ülkedeki ‘sağcılık yarışı’nın tezahürleri.
Bu göstergelere bakarak, ‘Avrupa’nın sonu’ senaryoları yazılabilir mi?
Yazarsan yazılır.
Nitekim yazılıyor.
Faşizmi ben, bütün ufku kaplayan sıkıcı bir kahverengi olarak tahayyül ediyorum. Kahvenin rengindeki kahverengi değil. En yavan, en parıltısız, en zevksiz kahverengi.
Hollanda’nın hararetli turuncusu berbat bir kahverengiye doğru evriliyor.
Portakal, bozuluyor.
Avrupa’da kahverengi lekelerin gitgide büyümesi iyi bir şey değil.
Bize de zararı var.
Ne diyeyim, düzelir inşallah!