Olacak iş değil! Ömer Hoca ölmüş! Olacak iş kardeşim, olacak iş!
Hepimizin ölümü, olacak iş.
Olmayacak iş ne biliyor musun?
Dünyaya kazık çakmak. Dünyaya kazık çakabileceğini zannetmek.
Sen ne kadar uğraşsan, didinsen dünya için, başaramazsın, sonunda kesin olan, dünya sana kazık çakacak!
İyi tanırdım Ömer Döngeloğlu Hoca’yı. Cenazesine iştirak edemedim.
Şu anda bana soracak olursanız,hiç tereddütsüz söylerim, “İyi bilirim.”
İlk kez, Eyüp Sultan’da Hilmi Abi’nin cenazesinde gördüm onu. Eh işte, belediyenin cenaze hocası!
Başladı Sakarya şiirinden mısralar okumaya.
Bu biraz değişik dedim.
Sonra Başakşehir’de çay bahçesinde (Osmanlı çadırı mı, Sultan Bahçe mi unuttum o kadarını) karşılaşır olduk.
Bir defa Bosna’ya gitmiştik. Aynı kafiledeymişiz, farkında değilim.
Otobüslere bindik. Baktım aşağıda Süleyman Gündüz.
Süleyman’ı bizim otobüse alayım diye indim aşağı, bana çok anlatmıştır ama, bizim otobüstekilere de bir şeyler anlatsın işte.
Dili tatlıdır Süleyman’ın, güzel anlatır.
Ön taraftan bizim otobüse bindik.
Ön sırada Ömer Hoca’yı gördüm. Dedim ki, “Bak Süleyman, bu otobüsteki en önemli adam” biraz baktım içeri doğru. Bir arka sırada kıdemli bir milletvekilinin bulunduğu yerde kımıldandığını gördüm. Sözüme devam ettim.
“Bu otobüsteki en önemli adam habu Ömer Hocadır.”
Milletvekili yorum yaptı tabii. Rize’ye çalan şivesiyle.
“Onem, kişiye göre değışir.”
Utandı Ömer Hoca.
Belediye, Ömer Hoca’yı mezarlıklardan arşive almış. Sonra da belediye bandosuna. En sonunda asfaltla ilgili bir birime atamışlar.
Komik bir durumdu.
Kalabalık bir toplantının tanışma faslında Ömer Hoca adını söyledi, “Büyükşehir Belediyesinde çalışıyorum” diye ekledi.
Tanışma faslı devam ediyordu ama ben araya girdim. Zannediyorum 100’e yakın kişi var bulunduğumuz mekanda.
“Ömer Hoca, belki yanlış anlaşılmalar olur, açıklar mısınız, belediyenin neresinde çalışıyorsunuz?”
“Asfalt işlerinde” dedi Ömer Hoca. Ben de “Başka sorum yok” dedim.
Grupta belediyeci çoktu. Belki mahcup olurlar.
Fakat nerde bizde mahcup olacak makam sahibi?
Bu tür sürprizlerime, her defasında çok hoş bir Tokat aksanıyla “Yusuf Abi ne adamsın san yahu! Utandırdın bizi” diye mukabele ederdi.
Bir allame değil. Derin bir ‘fakih’ değil.
Kolay kolay fetva vermeye kalkışmaz mesela.
“Ben haddimi bilirim” dediğini hatırlarım.
Ama Siyer-i Nebi’ye iyi çalışmış. Sahabenin hayatına, Kerbela’ya iyi çalışmış.
Anlatmasını da güzel beceriyor.
Nanemolla olmadı hiç. Sinameki, kasıntı, ekabir, diyemez kimse.
Mütevazı, güler yüzlü, nüktedan bir adam.
Ara sıra yazarım ya, hocaların televizyonda yaptığının bir performans olduğunu.
Ona da söylemişimdir.
İtiraz etmezdi. “Doğru söylüyon Abi” derdi.
Siyasete karşı bir duruşu var, ben şahidiyim.
Ve bu duruş, asla eğilip bükülme şeklinde değil.
Şöyle diyeyim. ‘Duruş’ konusunda, ortalıkta dolaşan hocaların hepsinden sağlıklıdır.
Vicdan sahibi bir adam.
Haklılığı, haksızlığı görebiliyor. Bunu da yakinen biliyorum.
Seyrek seyrek de olsa karşılaşırdık Başakşehir’de.
Onun varlığı sohbeti bereketlendirirdi.
İlk Harun Karaca mesaj gönderdi, Ömer Hoca’nın Covid 19’dan hastaneye kaldırıldığını haber vermek için. (22 Nisan.)
Şakir Özbek’i aradım. “Hoca’nın durumu iyi” dedi, “Herhangi bir hastalığı da yok, hafif atlatacak inşallah.”
Ben iyileşmesini ümit ederken vefat haberi geldi.
Çok üzüldüm.
Korona virüsünün nasıl bulaştığını da anlatmış Şakir’e.
Bakın, ne kadar kolay.
“Hanımla markete gittik. Market kalabalıktı biraz fazla kaldık. Orda kaptık her halde.”
İşin ‘tıbbi’ yönüyle ‘felsefi yönü’ ne kadar iç içe...
‘Sosyal mesafe’ ve ‘ölümle aramızdaki mesafe.’
Ölümle aramızdaki mesafe, ‘sosyal mesafe’den daha yakın.
Allah ahiretini mamur etsin.
Eşi ve çocukları da tedavi görüyormuş.
Şifa bulurlar inşallah.