Bazıları için saplantı seviyesinde bir itikattır.
Masum bir misalle anlatmak gerekirse, maç seyrediyor olsun bir fanatik.
‘5 tane atarız.’
İlk golü yersin. Tahmininde bir tashih yapman icap eder.
‘Bu maç 5-1 biter.’
İkinci golü yersin. Skor tahminini revize edersin. ‘5-2 biter.’
Üçüncü golü yersin.
5-3.
Maç bitti bitecek.
Hasta taraftarın beklentisi bitmez.
Bu masum bir misal.
Halbuki, hayattaki gerçeğimiz o kadar masum değil.
Bilimkurgu filmlerde görürsünüz. İnsanların kafasına çip takarlar.
Böylece, eleman, çipin içindeki yazılımın haricine çıkamaz.
***
Romancılar ve senaristler bu fikri her halde kafalarına çip takılmış gibi davranan kült mensuplarına bakarak geliştirdiler.
Bir dizide gördüm, beğendim.
Beğendim derken, bir sanatsal ‘buluş’ olarak beğendim. Yoksa berbat bir şeydi.
‘Black Mirror.’
Karşıt görüşteki insanları insan olarak görmemen için kafana çip takıyorlar.
Böylece, hepsi sana benzeyen fakat fikri farklı olan insanları canavar gibi görüyorsun.
Öyle ki bir tür ‘yaratık,’ durdurmazsan dünyayı ele geçirecekler.
15 Temmuz gecesi insanlara ateş açan asker görünümlü varlıkları düşündüm bir an.
Nasıl öldürebiliyorlardı şehrin ahalisini?
İnsan, vahşeti ‘dolaylı’ yöntemlerle daha kolay irtikap edebiliyormuş.
Doğrudan vurmak yerine, düğmeye basmak.
Sen düğmeye basınca, bilmediğin bir yerde, bilmediğin bir insan ölüyor.
Bu, doğrudan öldürmekten daha kolay geliyormuş insana.
Fakat, Köprüdeki insanları görüyordun?
Mahallendeki esnaf gibi.
Otobüsteki şoför gibi.
Nüfus dairesindeki memur gibi, filan şirketin yöneticisi gibi, bildiğimiz, her gün yüz yüze olduğumuz insanlar.
Nasıl vurabildin?
Kafanda çip mi vardı?
Evet, çipin vazifesini görecek bir ‘çarpılma.’
Kafanda, sana, seni ‘seçilmiş,’ ‘imtiyazlı’ bir varlık olarak gösteren, senin gibi olmayanları ‘cehennem’ olarak gösteren, şeytani bir mutasyon.
Yoksa, komşularına ateş ederken nasıl inanırsın yaptığının sevap olduğuna?
Böyle bir inanç itikadi bir mutasyondur.
Bu tür ‘mutasyon’un tarihteki prototipi ‘Haşhaşiler’di.
‘Ahiret’i peşin almışlardı, sanki peşin almak mümkünmüş gibi.
‘Haşhaşiler’ bugünün idrakine ‘efsane’ gibi gelebilir.
***
‘Efsane’nin eksiği fazlası olur.
Fakat, bugünün ‘Haşhaşiler’inin fazlası var, eksiği yok.
Bu ‘mutant’ kafaların (mutant: mutasyona uğramış), kafalarına çip takılmış gibi yaşayan post-modern Haşhaşiler’in ikide bir ‘nevbahar’ güzellemesi yapmalarına bir mana yüklememiz gerekiyor mu?
Bir futbol fanatiğinin maçın son dakikasına kadar 5-1, 5-2, 5-3 diye sayıklamasına mı benzetmeliyiz ‘nevbahar’ teranelerini?
Bu, seçeneklerden bir tanesi.
Daha önce de yaptılar. Turp dediler. Şubat dediler, Mayıs dediler, Aralık dediler, dediler de dediler.
Hatırlarsınız, ‘nevbahar’ı geçen sene de söylemişlerdi.
Ne oldu?
Ya boş çıktı.
Ya da... İkinci seçenek: Teşebbüs ettiler ve...
Vurmak için ellerini her kaldırdıklarında dayak yediler.
Canları istiyor, belli.
İçlerinde heves var.
Bel bağladıkları dahili ve harici ‘hempa’ları da var.
Eğer istatistiki veriler işlerin gidişatını anlamamız açısından bir kıymet ifade ediyorsa, ki ediyor...
Daha önce başlarına gelen şey, yine başlarına gelir.
Rahmetli Mehmet Ali Dedem bu hale ‘değneğe kaşınmak’ derdi.
İstatistik, bize rehaveti mi tavsiye etmiş oldu şimdi?
Hasan el-Basri’ye “Şeytan uyur mu?” diye sormuşlar. Demiş ki, “Uyusaydı biraz rahat ederdik.”
Yani?
Her durumda müteyakkız olmamız lazım.
Su uyur, şeytan uyumaz.