Ben, Londra’da araba kullanmayı hiç denemedim. Denesem, ‘kaza yapmaya tam teşebbüs’ olurdu.
Oralarda, dolmuşa bindiğim zaman başım ağrıyor.
Adam, sola dönecek, kapalı dönüyor. Bir kaç saniyelik bir gerilim, sonra, ‘Ah, Burada trafik soldan!’
Ulan! Çarpacak!
Çarpmaz. Bir şey olmaz. Sen, kafanın ağrıdığıyla kalırsın.
İngiltere ters biraz. Terazileri, mezroları değişik.
Bizim, hani, ‘alaturka’ ölçülerimiz vardı, okka, batman, endaze, arşın...
Biz, yenildik Avrupa’ya, zayıf düştük, ölçülerimizi bıraktık.
Allah etmeye, az kalsın dini imanı da bırakıyorduk!
İngilizler, galiptiler, bırakmadılar.
Bir elbisenin, bir çantanın, bir kalemin, bir arabanın sadece kendinde olmasından, başka kimsede bulunmamasından hoşlanır ya insanlar...
Bu hoşlanmaya akraba bir ‘kasılma’ var İngilizler’de.
Bu arada, ben İngiliz anahtarına niye İngiliz anahtarı dendiğini hala bilmiyorum.
İngiltere’ye gittiğim zaman, hediye olarak bir kaç İngiliz anahtarı almayı düşündüm. Maksat geyik olsun. Fakat, Park Lane’ın arka sokaklarında bir nalburda fiyatını sordum, 22 Pound.
Fazla geldi, almadım. Toptancısını bulsam bulsam belki alırdım.
Şimdi, İngilizler, farklılıklarını göstermek, biraz nazlanmak istediler.
Avrupa’nın başına iş açtılar.
Ne Avrupa’sı, oradan, her kıtaya iş çıkar!
Doğu bloku çökünce Avrupa’nın cazibesi azaldı. Bir Bulgar’la, Romen’le, hatta Balkanlı bir Roman’la bir Fransız, bir Alman, bir İngiliz aynı paketin içine girdi.
Bunu bir ‘ilhak’ olarak algılamak mümkün. Fakat, ilhak da olsa, eski ilhaklar gibi tatlı değil.
Hele Yunanistan, hepten başa bela oldu. Senelerce Avrupa’yı işletmiş. Üçkağıtla aldığı fonları cebellezi etmiş. Avuç içi kadar Yunanistan’ın söğüşlediği para, bir kaç Yunanistan eder.
Avrupa’nın canı sıkkın. Yunanistansa sıkıya gelmiyor. Atina’nın, Zeus’un, Olimpos’un ev sahibi olarak, ‘mecbursunuz, beni bakacaksınız, Avrupa uygarlığı bensiz yavan olur’ demeye getiriyor.
İngilizler, nefislerine uydular, ‘Aha, AB’den çıkıyoruz’ dediler.
Avrupa’nın ‘üç büyükler’i Almanya, Fransa, İngiltere’dir.
Avrupa’nın ağası –bugün için- Almanya’dır. (Şu günlerde ‘hacıağa’ yerine konulmaktan şikayetçiler.) Ancak Avrupa kültüründe Fransa’nın ağırlığı Almanya’dan fazladır.
Kiminin parası, kiminin kültürü...
İtalya? Roma, Napoli, Venedik, Floransa, hep İtalya’dadır. Ama, ah parasızlık! Hoş, İtalya’nın bir yere gittiği yok.
İngiltere eksik olursa, ağalığın da beyliğin de tadı olmaz. Düşünsenize, Şekspir yok, Kraliçe, Avrupa’ya arkasını dönmüş, Atlantik’e doğru bakıyor.
Ya da, kaşlarını kaldırmış, Avrupa’nın üstünden, Alpleri teğet geçerek, taa Hindistan’a hatta Okyanusya’ya doğru...
Avrupa eksilecek. Sacayağın bir ayağı noksan. İki ayak üstünde sac durur mu? Zor...
İngilizler nefislerine uydu ama, İngilizlerin içinde nefisleri daha baskın bir unsur var.
İskoçlar.
Hani fıkralarda nekes, sinekten yağ çıkaran tipler olarak geçen etekli adamlar.
Onlar da başladılar, ‘ayrılıyoruz’ demeye?
Hadi bir referandum daha.
Ya biz? Biz ne olacağız? Biz, yani Türkiye?
Başkasını bilmem. Bana göre iyiydi, yerli faşistlerin, Hortum Süleymanlar’ın önüne Avrupa Birliği’ni sürerek işkenceyi kaldırmak. Veya gıdayla, özürlülerle ilgili standartları azar azar yükseltmek.
Almanların yaptığı kadar güzel ekmekler yapsak o bile hora geçerdi.
Çok ayıp, çok yüz kızartıcı biliyorum ama, iyiydi kendi aklımızla, vicdanımızla yapamadığımız bazı iyi şeylerin AB bahanesiyle yapılması.
Umurumda değil, AB’ye girmek ya da girmemek.
Fakat, Avrupa’ya kızma numarası yapıp içimize kapanmak da bizi doğru yere götürmez.