Trabzon’a giderken Ankara’yı teğet geçerdik. Çocuktuk daha, şehirden anlamazdık, işte, ufak ufak evler, dolaşık dolaşık yollar. Ankara’ya yaklaşırken ve Ankara’dan uzaklaşırken, her taraf kır.
1976 Mart’ını unutmam.
Mitinge geldik Ankara’ya.
Koca koca binalar. Gri, koyu gri, koyu kahve. Çok sıkıcı.
Devlet binalarıymış. Devlet, ne kadar soğuktu bize!
Böyle bir şehre bir daha gelmesem de olur.
Tatsız tuzsuz bir şehrin içinde, nasıl sıcak, nasıl güzel, nasıl temiz kendi şehrimizi kurduk, şimdi bile hayret ediyorum.
Demetevler’in vahşi ve çirkin gecekondu-apartmanlarının, Karşıyaka’nın pejmürdeliğinin, Keçiören’in, Mamak’ın sevimsizliğinin, Çankaya’nın yabancılığının, Kızılay’ın memuriliğinin... (Nedense başka bir kelime bulamadım. Şöyle düşünün. Zengin desem, zengin değil. Fakir desen, çok fakir de değil. Ankara şiveli, kof bir sosyetiklik.
Ankara şivesini seviyorum aslında. Sosyetiklikle yanyana gelince sırıtıyor.)
Daha bir sürü yavanlığın ortasında sanki kendi şehrimizi kurduk.
Şimdi o şehirden sağda solda dağınık kalıntılar var.
Ankara’ya gittiğim zaman, aslında onlara gidiyorum.
Neden gittim şimdi Ankara’ya?
Cafer Turaç yüzünden.
***
Harbiye’de talebeydi Cafer Turaç. Adı Turan Korkmaz’dı. (Yanlış mı yaptım Turan?)
Yaşar Kaplan’ın çıkardığı Aylık Dergi’de kendi imzasıyla şiirler yazardı.
O zaman aklıma gelirdi, iyi ki sorun olmuyor harbiye talebesinin böyle şiirler yazması.
Süleyman Özdil’le beğenirdik Turan’ın şiirlerini.
Şimdi nerede acaba o şiirler?
O kadar görüşüyoruz, sormamışım, Turan Korkmaz şiirlerini ne yaptı? O şiirleri red mi ediyor? Zannetmem, niye reddetsin?
O şiirler olmasa, Cafer Turaç da eksik olurdu.
O şiirler? Biraz savaşçı. Biraz rijit. Öyle hatırlıyorum.
Sonra, şiirinin sesi değişti Turan’ın.
Şiirindeki adı da değişti.
Cafer Turaç oldu.
Ankara’yı güzel yapan dostlardan biriydi Cafer Turaç.
Esmer, zarif, mahzun, lirik.
Lirik diye neye diyorum?
Herhalde şiirle mütenasip hal ve tavırlarına.
Yoksa, biliyorsunuz lirik, eski Yunandan gelir, ‘lir’ denen çalgı aleti eşliğinde okumaya müsait şiirler, metinler için kullanılır.
Yanlışım varsa düzeltin, benim aklımda öyle kalmış.
Halbuki, ilk görüşümde sorsalar, Allah bilir, ‘esmer, zarif, mahzun, lirik’ yerine ‘kara kuru bir delikanlı’ derdim.
Yahu, inci gibi, hatta inciden de güzel yazısı vardır Cafer Turaç’ın!
Yağmur Fotoğrafları’nı 11 Aralık 1987’de bana imzalamış. Nerede imzalamış?
Fatsa’da. Beni askere gönderdiği günlerde.
O yazılar, sayfalar dolusu olsa da, bozulmazdı, nasıl başarıyor bunu bilmiyorum.
Ben öyle karışık yazıyorum ki, yazdığım bazen ben de okuyamıyorum!
Açık gri bir çerçevenin içine yerleştirilmiş bir çalı. Ve bir kuru yaprak. Kitap kapağında bu fotoğraf var.
Altında da iki dize:
“sen bir sürgünsün hakkıyla yaşa bunu
sen bir ağacın altına gölgelenmiş bir uğultu”
***
Hüzün ilişti Cafer Turaç’ın şiirine, şiirinin sesi değişti dediğim o.
Eskisinde de vardı. Ama bu defa tonu ayarlanmış, bağırmayan, sessiz, olgun bir hüzün.
Ve şiirinde çizdiği resimlere bir zarafet.
“şimdi başını karın düşüşü gibi omuzlarıma yaslayabilirsin”
(Gece yarısı başlayan bir hüzünle şiiri.)
Hüzün, mutluluğu derinleştiriyor mu?
“ve gurbetlerde soyunup gözlerine sokulan şu gençliğim
deli saçlarına daldığı gün, hüzün bir akarsu gibi akacak şakaklarında
arasıra bir mendil yoklar gibi acılarımı yokladığım olacak”
Ankara’da hepimizi heyecanla ayağa kaldıran, Cafer Turaç’ın ‘Mutluluk Fotoğrafı’ şiiri olmuştur.
“meğer dostluklar da anayollara atılan bir çiçek demeti gibi hüzünle ezilirmiş
meğer sevgili kardeşim bu resimde oldukça mutlu görünmeliymişim ben
yanağımı bir kaynağa yaslarcasına tutmalıymışım karımın omuzuna
elim sana ait bir çaya şeker atar gibi tereddütsüz ve işlek olmalıymış
gözlerimde birşeyler infilak etmeliymiş, bir yıldız kayarcasına, bir suna
uçup gitmeliymiş ben gülünce (dudaklarımın genişliğince olmalıymış gülümsemem)”
Böyle başlıyor Mutluluk Fotoğrafı şiiri.
Gerisini, merak eden bulsun okusun.
Şiiri ve kendisi hayatımda yer eden bir dosttur Cafer Turaç.
(Dosttur, şikayetim olunca kendisine iletirim.)
Bir gün, adice bir kumpasa düşmüştü. Üzülmüştük. Çünkü haksızlıktı bu!
O gün yazmak istemiştim bu yazıyı.
Bugüne kısmetmiş.