“Bir vapur geçer Varna önünden
Uy Karadeniz’in gümüş telleri
Bir vapur geçer Boğaz’a doğru
Nazım usullacık okşar vapuru
Yanar elleri...”
“Karadeniz akıyor durmadan
Deli hasret, deli hasret
Oğlum sana sesleniyorum
İşitiyor musun?
Memet! Memet!”
Güzel şiir. Fakat, bu şiiri güzel yapan şeyle Nazım Hikmet’i sakıncalı yapan şey hemen hemen aynı.
Memleketini terk etmiş Nazım Hikmet. Komünistlere sığınmış. Zaten kendisi de komünist.
O halde, üstünü örtelim gitsin Nazım Hikmet’in.
Örtmek isteyen örtsün.
Bütün dünyadaki en güzel Hiroşima şiirini belki de Nazım Hikmet yazmıştır.
Bugün 6 Ağustos. Hiroşima’ya atom bombası atılmasının 72. Yıldönümü.
Şu halde, Nazım’ın şiirini hatırlamak günün mana ve önemi bakımından da uygundur.
“Kapıları çalan benim
kapıları birer birer
Gözünüze görünemem
Göze görünmez ölüler”
Şiirin tamamını merak eden internetten bulur. Ben, Filistin’de veya Halep’te, Serebrenitza’da veya Ruanda’da çocuklar öldürüldüğünde dilinize gelmez mi şu mısralar?
“Şeker bile yiyemez ki
Kaat gibi yanan çocuk.”
....
“Çocuklar öldürülmesin
Şeker de yiyebilsinler.”
Bizim şiir dünyamızda, neden çok az Hiroşima şiiri var? Bu bir eksiklik değil midir?
Bir Ümit Yaşar’ınkini hatırlıyorum. Bir Fazıl Hüsnü Dağlarca’nınkini. Eğer sayarsak, Ahmet Arif’in şiirinde geçen bir kelime çok çarpıcı, aklımda kalmış: Çıldırtılmış uranyum.
Belki birkaç tane daha vardır.
Şiirimizin Hiroşima’yı geçiştirmesi İncelenmeye değer.
1945 senesine, o insanlığın yüzkarası güne odaklanıp, Hiroşima’nın yandığı günlerde memleket olarak nasıl bir hal içinde olduğumuza bakmak lazım.
Devam edelim.
Nazım Hikmet “Ben vatan hainiyim” dediği zaman, öne sürdüğü şeylerin en azından bir kısmına katılmaz mısınız?
“Kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan
Vatan şose boylarında gebermekse açlıktan
Vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa...
(...)
Ben vatan hainiyim.”
Ya da, yeri geldiğinde, demez miyiz...
“Ben yanmasam
sen yanmasan
nasıl çıkar
karan-
-lıklar
Aydın-
-lığa..”
Evet, bir sürü mevzuda Nazım Hikmet’le hemfikir değiliz. Bunlardan bazıları, temel meseleler.
Fakat bu durum, güzel bir şeyin güzel olduğunu söylememize mani değildir.
Her şey güzel mi? Yani Nazım’ın bütün şiirleri?
Değil.
Çok ideolojik, çok katı şiirleri de var.
Bir tanesi ara sıra dilime dolanır.
“Trrrum, trrrum, trrrum!
Trak tiki tak!
Makinalaşmak
İstiyorum.”
“ve ben ancak bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!”
Nazım gibi bir şair, hatta bırakalım Nazım’ı, herhangi bir şair, niye kuyruğuna uskur takacak kadar makinalaşmak istesin ki?
Hoşlananlar olabilir. Ben hoşlanmadım.
Durun. Eğer bu bir rüyaysa, galiba gerçekleşiyor.
Evet, Nazım’ın anlattığı gürültülü makinaların değilse de, daha sessiz, daha sinsi bir teknolojinin aksamı haline ya geldik, ya gelmek üzereyiz.
Herkes kendisini yoklasın.
Biz mi makinalara hizmet ediyoruz, makinalar mı bize?
Biz mi akıllı telefonların uzantısıyız, akıllı telefonlar mı bizim uzantımız?
Kim kimin uzantısı olursa olsun, insanlık açısından kötü bir durum.