Türkiye’yi düşmanlardan kim kurtardı?
Resmi tarihe göre, hiç şüphesiz, Mustafa Kemal Paşa.
Buna dair, taa çocukluğumdan, diyaloglar hatırlıyorum.
“Bizi Atatürk kurtardı.”
“Atatürk kurtardı ama, Atatürk’ü ‘git memleketi kurtar’ diye Anadolu’ya Vahdettin gönderdi.”
Böyle konuşulurdu.
Tabii biz bu diyalogların arkasındaki malzemeden bihaberiz.
Ders kitaplarımızda böyle bir şey yazmıyor. Etrafımızdaki insanlardan işitiyoruz.
Orta birinci sınıftayız. Lüleburgaz’da.
Sosyal bilgiler öğretmenimiz... Maalesef adını unutmuşum. Siması hatırımda. Tatlı bir adamdı. Müfredata uygun olarak memleketin nasıl kurtulduğunu anlatıyordu.
Kamuran diye bir çocuk vardı. Yaşı bizden biraz büyük. Biraz da haylaz.
Garajda simit sattığım sıralarda, Kamuran’ın da araba yıkadığını görürdüm bazen.
Kamuran arabayı beş liraya yıkıyordu. Bizim simit satmamıza göre çok iyi para.
Hoca anlatırken, Kamuran dedi ki, “Hocam, Tercüman gazetesinde okudum. Atatürk’ü Türkiye’yi kurtarsın diye Vahdettin göndermiş.”
Hocamız bundan rahatsız oldu.
“Bunlar gerici gazeteler” dedi, “İnanmayın.”
Bu konulardaki tabu, yerli yerinde duruyor.
***
Üstat Necip Fazıl yazmıştı... Yazdığı kitaptan mahkum oldu.
Murat Bardakçı’nın Şahbaba’sı, tabunun bir kısmını yıkmıştır. Fakat biliyorsunuz o da sansürlendi.
Aynı bahis, Ali Ulvi Kurucu’nun hatıralarında da geçiyor.
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Mustafa Kemal ile Sultan Vahdeddin arasındaki yakınlığı biliyor.
Anadolu’ya, Mustafa Kemal’i değil de, daha mütedeyyin bir subayı göndermesi için Sultan’ı ikna etmeye çalışıyor.
“Padişahım, eğer bu iş için muhakkak bir paşa gönderilecekse, başka bir paşa bulalım.”
Padişahın cevabı:
“Suizan ediyorsunuz, benim onunla teşrik-i mesaim oldu. Fikrine, zikrine, zekasına güveniyorum. Efendim, orada bizi anlayan, memleketin dertlerini bilen insan... Ateşin bir zeka, ateşin bir zeka...”
Mustafa Sabri Efendi ve onun çevresindeki bir çok insan, Anadolu’ya Mustafa Kemal yerine mütedeyyin bir Paşa’nın gönderilmesi halinde, Türkiye’nin ‘Kurtuluş’tan sonra takip edeceği yolun dini bakımdan daha selim bir yol olacağını düşünüyordu.
(Başka bir Paşa’nın muvaffak olup olamayacağına dair bir bahis açılmamış.)
Bu alanlar, tarihi araştırmalar açısından tabu olma özelliğini koruyor.
Mesleği gerçekten tarihçilik olanlar, popüler tarihçilik çerçevesinden uzak duran ciddi ilim adamları bu bölgelere fazla yanaşmıyor.
Eğer tarihin bu kesiti... Yani 1. Dünya Savaşı öncesinden Lozan sonrasına kadar olan kısım özgürce araştırılabilse, tartışılabilse, belki o yılları da, içinde yaşadığımız dönemleri de daha iyi anlayabileceğiz.
Dini tedrisatın baskı altına alınması, Türkçe ezan mecburiyeti, şapka inkılabı, hatta Türk müziğinin yasaklanması gibi tasarrufların arkasındaki saik... (Dikkat edilirse, bu uygulamalar Lozan’dan sonra başladı.) Hepsi, aklına gelenin bir şey söylediği, hakikatle efsanenin birbirine karıştığı bulanık bir alanda duruyor.
Şu anlatageldiğimiz ‘ulema’ çizgisinden farklı bir çizgi daha var.
Bir tanesinin adı hatıratta geçiyor.
‘Hülasatü’l Beyan’ ve ‘Ahkamul Kur’aniyye’ adlı tefsirlerin müellifi Konyalı Mehmed Vehbi Efendi Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal etmiş alimlerden biridir.
Ali Ulvi Kurucu, Vehbi Efendi’den iyi bahsetmiyor.
İttihatçı olduğunu, milletle pek haşır neşir olmadığını, Belediye Reisi ve Evkaf Müdürü gibi şehir yöneticileriyle vakit geçirdiğini söylüyor.
Öteki alimler “Ey millet dinin imanın gidiyor” diye feryad ederken “Vehbi Efendi gibiler ‘aman hükümet darılmasın’ diye konuşmaz, din aleyhtarı hareketleri ‘istemeden yapıyorlar’ diye tevil edip, mazur göstermeye çalışırlardı.”
***
Gerçekten, ‘istemeden’ mi yapıyorlardı?
Hala yürürlükte olan tarih tabuları sebebiyle, bu da hak ettiği şekilde araştırılamıyor, yazılamıyor.
Eh, biz de, içinde doğru yanlış her şeyin bulunduğu bir torbanın içinden, tombala çeker gibi, parça parça bilgileri okuyup okuyup gerçekte ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz.
Okuya okuya varamadık mı bir yere?
Vardık.
Tam olarak Ali Ulvi Bey’in anlattığı yer değil vardığımız.
(Merhum Hilmi Oflaz’dan bize sirayet eden üslupla söylersek) Onun çok uzağında da değil.
Ama vardığımız yer, ilmi olmaktan ziyade vicdani.
Şunu teslim edelim. Hatıratlar olmasa, bu vicdani menzile de varamazdık.