Seçim hırpaladı muhalefet cemiyetini. Bütün efrat, bilhassa liderler ‘mağlup’ etiketiyle dolaşıyor.
En açık sözlüsü İyi Parti lideri Meral Akşener. “Lamı cimi yok, kaybettik” dedi.
“Ben demiştim” demeye hakkı olabilir, açıkça itiraz eden oydu Kılıçdaroğlu’nun adaylığına.
Yine de bariz bir haklılık sayılmaz bu, biraz müphem çünkü muhalefet bir başkası mesela İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da aday olsaydı kaybedebilirdi.
‘İmamoğlu aday olsaydı kaybedebilirdi’ cümlesi bir ihtimali ifade ediyor. Olmadı aday.
Ama Kılıçdaroğlu oldu ve kaybetti.
Bu cümle kesinlik ifade ediyor.
“Ben demiştim” deme hakkı ‘mağlup’ etiketini gidermeye yetmiyor ayrıca.
Şimdi bir şey yapması lazım. Ne yapacak?
Milliyetçi oylardan kendisine düşün hisse ile mi yetinecek?
O hisse hiç yoktan iyi. Ama o kadar işte ne abat eder ne berbat eder.
Yoksa siyasette var olduğu düşünülen merkez sağ boşluğu doldurmayı mı deneyecek?
Hala duruyorsa o boşluk, eski çamlar bardak olmamışsa ve İyi Parti o boşluğu dolduracak değişimi göğüslemeye cesaret edebilirse (bunu yapmak için milliyetçiliği kaldırıp atmak zorunda değil, Özal’ın ‘dört eğilim’i kullanışlı bir örnek) bir ihtimal Türkiye’deki merkez siyaseti hayata döndürebilir.
Döndüremeyebilir de. Çoğa tamah edip azdan da olmak her zaman mümkün.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve MHP lideri Bahçeli’nin bir ara yaptıkları davete icabet etmek de seçeneklerden biri. Bugünlerde tek tük dillendiriyor. Daha çok canı sıkkın CHP’liler tarafından.
O davetin şu anda geçerli olup olmadığı da bilinmiyor henüz. Ayrıca Akşener’in konuşmalarında ve susmalarında buna dair bir işaret yok.
Saadet, Gelecek, Deva ve Demokrat Parti seçmenden bekledikleri cevabı alamadılar.
Sorumlusu kim? Seçmen mi?
Mazereti ne? İktidarın medya üzerindeki amansız kontrolü mü? Algı operasyonları mı?
Diyelim bunlar gerçekliğin bir yüzü olsun.
Ancak, başkasının eksiğinden ve başkasının fazlasından ziyade kendilerinin eksiklerine ve fazlalarına odaklanmaları siyasette bundan sonra var olmanın yöntemini bulmalarına daha çok yardımcı olabilir.
Derdin büyüğü CHP’de.
Kılıçdaroğlu partiyi sıkı tutuyor. Sımsıkı tutuyor.
Bırakası yok.
İmamoğlu’nu sınava sokuyor.
İBB’ye yeniden aday mı olsun? Yoksa İstanbul’u Ak Parti’ye bırakıp kurultayda Kılıçdaroğlu’nun karşısına mı çıksın?
İBB’ye yeniden aday olursa kazanır mı?
Zor biraz, rüzgâr Ak Parti’nin arkasında.
Üstelik, aday olup da İstanbul’u kaybedersen CHP’yi de kaybedebilirsin.
Kurultayda aday olsa genel başkanlığı kazanır mı?
O daha zor. Delegeler Kılıçdaroğlu’nun arkasında.
Peki CHP bu müşevveş zihin yapısıyla seçime girip İstanbul’u, Ankara’yı kaybederse Kılıçdaroğlu durabilir mi genel başkanlık koltuğunda?
(Müşevveş’i kasten kullandım. Dilime geldi ve gelmişken görünsün istedim. ‘Karışık’ olduğu sözün gelişinden anlaşılmıştır her halde.)
Durmak isterse durur. Ama eskisine göre iğreti durur.
Sonuçta seçeneklerin hiçbiri muhalefet açısından bir silkinme, hayata dönme işareti vermiyor.
Bana öyle geliyor ki bu günler muhalefetin iyi günleri.
Çok iyi değil ama nispeten iyi.
Önümüzdeki mahalli seçime kadar.
Seçimi kaybetme ihtimalleri kuvvetli, ama kazanma ihtimalleri de teorik olarak var.
Seçime kadar henüz mevcut olmayan belki hiçbir zaman mevcut olmayacak bir geleceğin münakaşasına girebilirler.
Tıpkı Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yaptıkları gibi.
Beş tane cumhurbaşkanı yardımcısı. Olmadı iki tane daha…