Gerçekti o gece. Eve giderken yollar kesilmişti. İlerleyemiyordum. Çıktım ana yollardan. Esenler’in, Bağcılar’ın ara sokaklarına saptım, kah ters yollara girdim, kah düz yollara.
Darbe oluyor. Hele bir evimi, çoluğumu çocuğumu göreyim. Sonra Allah Kerim.
Yolda önümü keser mi darbeciler? Keserlerse tanırlar mı?
Sorsalar zaten ben söylerim kim olduğumu. Kim olduğumu söylediğimde de en iyi ihtimalle alıp götürürler.
Arada telefonlar geliyor dostlardan.
“Darbeymiş. Ankara’da Meclis’i, çevik kuvveti bombalamış uçaklar.”
“Telefonunu at, kimsenin olmadığı bir yere git” diyenler bile var.
Radyo açık. TRT’de darbe bildirisi bile okutuyorlar bir spikere. O arada Başbakan Binali Yıldırım’ın, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün darbeye karşı kararlı, sert açıklamaları yayınlanıyor.
Derken eve varıyorum.
Durum normal. Herkes sağ ve salim.
Ne yapabilirim şimdi?
Ülke TV’ye gideceğim. Yine yollarda barikatlar. Milliyet’in orada yol kesik. Otobanda ters yöne dönüyorum. Ya tam televizyona yaklaştığım sıralarda yol kesilirse? Kesilirse kesilir. Başa gelen çekilir. Sonunda varıyorum televizyona. Sabaha kadar, arkadaşlarla beraber, darbeye, darbecilere verip veriştiriyoruz.
Millet direniyor, sokaklarda, tankların üstüne üstüne gidiyor.
Telefonuma mesajlar geliyor.
Erol Olçak’ı ve oğlu Abdullah Tayyip’i Boğaz Köprüsü’nün girişinde vurmuşlar.
Onu bile söyleyemiyorum televizyonda. İnşallah, bir şey olur, haber yalan çıkar.
Mustafa Cambaz’ı da Çengelköy’de vurmuşlar.
Eyvah! Vatansızdı Mustafa. ‘Haymatlos’ deniyor ya, o anlamda vatansız.
İşte, vatanının toprağına düştü.
“Ah Mustafa! Allah seni vatansız bırakmayacak” diyorum hıçkırıklar boğazımda düğümlenirken.
Erol’un, Abdullah’ın, Mustafa’nın, 251 vatan evladının şehadeti ve sokaklar, direnen insanlar, o gece sabaha kadar yaşadıklarımız, hepsi gerçekti.
Yani gerçekti darbe. Allah ellerine ayaklarına dolaştırdı.
Ben gerçek diyorum.
Ahmet Çiğdem bir değil, birkaç adım ileri gitmiş “Mucizenin Etik Uğrağı” kitabında. (Felix)
“15 Temmuz etik ve politik olanı kendinde taşıyan bir mucizedir” diyor Çiğdem.
“Mucizenin kanıtı gerçekleşmesindedir; mucizenin hakikati mucizeyi tecrübe edenlerdir.”
Darbenin bir kurgu olduğu iddiasını ‘külyutmaz yorum’ olarak niteliyor ve devam ediyor.
“Böylesi bir yorumda o gece ve ertesi gün olup bitenlere ait bir doğruluk payı olsa bile, bu benim 15 Temmuz’u bir etik ve politik mucize olarak adlandırmama engel olacak bir durum yaratmaz, tam tersine, bu kullanılmış ya da aldatılmış olmanın mucizenin gerçekliğini büyüttüğünü bir kere daha vurgulamak isterim.”
“İnsanların önlerindeki muhtelif seçeneklerden direnmeyi ve hayır demeyi tercih etmelerini başka her şeyden daha değerli ve savunulabilir buluyorum.”
Ben ilave edeyim. Tiyatro lafı bu insanların yaşadığı gerçeğe en azından saygısızlıktır.
15 Temmuz’a dair çok yazılıp çizilmiştir. Ahmet Çiğdem’in buraya sadece bir iki cümlesini aldığım analizlerini bütün yazılanlardan özgün bulduğumu belirtmeliyim.
Sonradan hakkı verildi mi bu mucizenin veya gerçeğin?
Bundan emin değilim.
Adil Öksüz nasıl elden kaçırıldı mesela? Bence hala meşkuk.
Fetö örgütünün kaymak tabakası nasıl yurt dışına kaçabildi?
Adaletli bir mücadele yapılabildi mi örgütle? Yoksa, küçük esnaf, küçük memur derdest edilirken adamını bulabilecek kadar eli ayağı uzun olanlar, ya da işin avukatına ulaşmayı becerenler yargıdan yakasını kurtarmanın yolunu da buldu mu?
Fetö karakteri devlette veya cemiyette bir yerlere hulul etmiş olabilir mi?
Nereden bulaştı insanlara bu Fetö ahlakı?
Yoksa öyleydiler de biz mi bilmiyorduk?
Eşyanın tabiatı mı böyle. Biriyle mücadele ederken mücadele ettiğin şeye mi benzemeye başlıyorsun?
Böyle soruları sormayı anlamlı kılacak bir zemin olmasa iyiydi.
Var maalesef. Fakat cevaplar belli belirsiz.