Bekçi deyip geçme, düğmesini koparmak 6 aydan başlıyor” derlerdi eskiden.
Bu kötü bir şey değil.
Alacağın cezanın alt limitini biliyorsun.
Zamanla, cezaların alt ve üst limitlerinin muvazenesi bozuldu.
Ufak suçlardan yatmıyor kimse. İkide bir işitiyoruz. Bir kişiyi yaraladı, bir kişiye küfretti, beş kişiyi tehdit etti, şunu etti bunu etti, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Adi suçlardan hapis yatmak neredeyse kalktı. Adam öldürme suçu hariç. Onlar da iyi halden, aftan vesaireden birkaç yılda çıkıyor.
Siyasi suçlarda ise cezalar gıda enflasyonundaki gibi yükseldi gitti.
Ceza yasasındaki hükümler de birbirinin yerine kullanılabiliyor.
Örneklerden biri vaktiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a TCK 312’den ceza verilmesiydi. Zannediyorum brifingli 28 Şubat yargısı 312’yi 163’ün yerine kullandı.
Milat mıydı 28 Şubat? Daha önce yok muydu hukuku, yargı mekanizmasını iktidar lehine kullanma adeti.
Vardı, hem de çok.
Şunu söyleyebilirim, çok az istisnası var, tarihin bütün dönemlerinde bizim ülkemizde ve başka ülkelerde muktedirler yargıyı kendi çıkarları için istimal etmişlerdir.
Devlet, güç sahipleri, güç odakları, ihtiyaç duyduklarında ‘yargıcılık’ oynamayı severler.
Sonra? Yani 28 Şubat’tan sonra? Yargı birtakım siyasi, idari, askeri istifadeler için kullanılmış mıdır?
Evet, kullanılmıştır.
Bunun daniskasını da FETÖ yapmıştır.
Bir subayın terfi yolunu kesmek için soruşturma açmalar, bir bürokratın bir mevkie atanmasına mâni olmak için hile yoluyla suçla ilişkilendirmeler, TSK içinde hiziplerine alan açmak için alan temizliği yapmalar, Ergenekon davasının mühim bir kısmı…
Ara sıra misal veririm. Bazen, insanlar mücadele ettikleri şeyden birtakım alışkanlıklar kapıyorlar.
Mikrop kapmak gibi bir şey bu.
Madem muktedirim, yargıyı da kullanayım.
Birisini cezaevinde tutayım.
Ama zaman çabuk geçiyor, cezasını yatar, çıkar?
Daha uzun süre tutayım.
Trump çok kızarsa?
Almanya darılırsa?
O zaman bir çıkış yolu buluruz. Yattığı kadar ceza veririz, sonra salarız gider, yargı nasılsa bağımsız ve tarafsız. Anayasada öyle yazıyor.
Osman Kavala 2020’de gezi davasından beraat etti.
Ne olacak şimdi?
Demokrasilerde ve hukuk devletlerinde çareler tükenmez; başka bir suçtan yeniden tutuklarız.
Şimdi, CHP’nin yerel seçim başarısından sonra siyasette ‘yumuşama,’ ‘normalleşme’ rüzgarları esiyor.
28 Şubat generalleri serbest bırakılabilir mi?
Bırakılabilirmiş. Bırakıldı.
Selahattin Demirtaş serbest bırakılabilir mi?
Bırakılamazmış. Mahkeme ağır cezalar verdi.
Vermesin mi?
Suç işlenmişse, suçu işleyene versin.
İşlemeyene vermesin.
Kobani olayları, Türkiye’de ‘çözüm süreci’nin devam ettiği 2014 yılında 6-8 Ekim arasında meydana geldi. Korkunçtu.
38 kişi hayatını kaybetti. 2015’te soruşturma başlatıldı. Hatta Demirtaş dahil bazı HDP’li siyasetçilerin ifadesi alındı ve serbest bırakıldı.
İddianame Ocak 2021’de kabul edildi.
Neden 2021’de?
Çözüm süreci iktidarın inisiyatifiyle başlatılmıştı ve devam ediyordu.
Doğru yönetilseydi Türkiye’nin yararınaydı. Kötü yönetildi ve bitti.
O sırada -Yıldıray Oğur’un yazdığı gibi- İmralı ile Ankara arasında mesaj trafiği de devam ediyordu.
Çözüm sürecinde o trafiğin yürütülmesinde görev alan birçok HDP’li sonradan sanık sandalyesine oturtuldu.
Şu sorular sorulabilir mi?
Kobani olayları çözüm süreci sırasında suç değil miydi?
Bu gibi yargı meseleleri, karmaşık, siyasetin çok alakadar olduğu yargı süreçleri, bazı davaların, özellikle ucu siyasete dokunan davaların yönetildiği izlenimini vermiyor mu?
Bu meselelere Sinan Ateş cinayetini ve Ayhan Bora Kaplan soruşturmasını da ilave etmek gerekir.
Böyle bir zeminde yargı bağımsızlığı, yargı reformu, sivil anayasa gibi tabirler ne kadar samimi olabilir?