Geçen cuma Mersin’deydim. Mersin’e gitmeyeli otuz yıl olmuştur. Babam Eskişehir müftüsüyken, onu hacca yolcu etmek için, İskenderun’a kadar gitmiştim. Mersin’de bir gece kalmıştık.
Benim 80’llerde gördüğüm Mersin, şimdiki Mersin’in cücüğü kadar bir şeydi herhalde.
Niye gittim Mersin’e?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım, Sağlık Bakanı Akdağ ve diğer devlet erkanı Mersin Şehir Hastanesi’ni hizmete açacaklar. Onun için.
Madem gittim, gördüklerimi yazayım.
AK Parti iktidarının en başarılı olduğu üç alan saymak gerekse, sağlık alanını mutlaka sayarız.
Bu nasıl mümkün oldu?
Türkiye’nin tarihinde ilk defa ‘damdan düşmüş’ insanların iktidara gelmesi sayesinde oldu.
‘Damdan düşmüş’ ne demek?
Çok yazılmıştır ama, bir de ben yazayım.
1987’de, Refah Partisi’nden milletvekili adayıyken, Zile’ye konferansa gidiyordu Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Bu hikayeyi, Erdoğanla birlikte aynı araçta olan Osman Aşkınbak’tan da, Harun Karaca’dan da dinledim.
Gerede’de kaza yaptılar. Güç bela Bolu Devlet Hastanesi’ne ulaştılar.
Hastane, “Emekli Sandığı mı SSK mı” diye sordu. SSK dediler.
Görevli, kan revan içindeki Erdoğan’ı, “Bakamayız” deyip geri çevirdi.
Bu demek, damdan düşmek.
Veya sıra almak için geceden kuyruğa girmene rağmen tatminkar bir muayeneye muhatap olamamak demek.
Eczaneden ‘ilaç yok’ cevabı alıp kös kös eve dönmek demek.
Damdan düştükleri için başardılar.
Bitti mi sağlıkla ilgili sorunlar?
Sağlık hizmetine talep, hizmet arzından daha fazla. Bu yüzden, herkes yüzde yüz mutlu olmaz.
Ayrıca sağlık sektörü maalesef suiistimalcilerden, paragöz tiplerden tam anlamıyla kurtulamıyor.
Fakat büyük mesafe alındı.
Şehir Hastaneleri bu olağanüstü çabanın son meyvesi.
Kısaca söyleyeyim: Muhteşem bir sağlık kompleksi.
Türkiye’nin sağlık alanında sınıf atlamasında Sağlık Bakanı Akdağ’ın kendi sektörüyle zaman zaman ters düşmeyi göze alarak çalışmasının büyük payı olduğunu söylemek lazım.
Mersin’de, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve Bakan Akdağ açılış için hastane önündeki meydana toplanan Mersinlilere de hitap ettiler.
Ben galiba ilk defa AK Parti’nin kalesi olmayan bir yerde bir AK Parti organizasyonu izlemiş oldum.
Burada MHP’li Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz’ın da bir selamlama konuşması yaptığını not edeyim.
MHP ile AK Parti referandum arefesinde bu kadar yakınlaşmış olmasaydı da bu konuşma yapılırdı diye düşünüyorum. Ne de olsa seçim mitingi değil, bir hizmet açılışı.
Coşkulu bir topluluktu. Gördüğüm yüzler Malatya’da, Erzurum’da gördüğüm temiz yüzlerdi.
Ama Mersin’i buralarla kıyaslamak
haksızlık olur.
Miting dağılırken baktım uçağın kalkmasına daha çok var. Ömer Lekesiz’i aradım. Ömer, birkaç yıl Mersin’de ikamet etmişti.
Ömer’in delaletiyle, elli yıllık Mersinli Mustafa Erim’le buluştuk.
Bu seyahatin ödülü Mustafa Erim oldu.
Erim, aslen Diyarbakırlı. Şehir yönetimi doktorası var. Şehircilikte ihtisası var. Ama daha önemlisi hassasiyetleri bize has. Sanki aynı yerde yetişmişiz. Aynı yerden beslenmişiz.
Erim, Mersin’de bir Şehir Müzesi kurmuş. Devlet işi değil. Kendisi kurmuş.
Bana Mersin’in tarihini, sosyolojisini anlattı.
Üç önemli unsur var şehirde.
Yörükler, Kavalalı İbrahim Paşa devrinde Mısır’dan getirilip burada iskan edilen çiftçiler (Arapçası ‘fellah’) ve Güneydoğu’dan göç edenler.
Bu yapı siyasete nasıl etki ediyor?
Oyların üçte biri MHP’ye, üçte biri
CHP’ye, üçte biri AK Parti’ye gidiyor. MHP yüzde 30’dan biraz fazla. AK Parti ve CHP yüzde 30’dan biraz az.
Geri kalanı da HDP’ye...
Böyle bir seçmen profili referanduma nasıl yansır?
Belgeye dayanarak değil de, kaba bir gözleme dayanarak şöyle diyebilirim.
Eğer bu şehirde yüzde 40 evet çıkarsa,
yani MHP seçmeninden bu şehir ölçeğinde yüzde 10 evet gelirse Türkiye genelinde ‘evet’ yüzde 55’i geçer.
Daha fazla olursa, daha fazla.
Bu mümkün. Şehrin aldığı hizmeti baz alacak olursak daha fazlası da mümkün.
Bu kadar kısa sürede bu kadar gözleyebildim.