Çok eskiden, Milliyetçi Cephe Hükümeti zamanında, Balıkesir İmam Hatip’in mehter takımı olarak Değirmen Boğazı’nın ana yola bakan yamaçlarında ağaçların altında istirahat ediyoruz.
Niye gittik oraya?
Bakan karşılamaya gittik. Aklımda Milli Eğitim Bakına Ali Naili Erdem’i karşılayacağız diye kalmış.
Mehterin en kabiliyetli elemanı Marif Korkmaz. (Doğrusu Maruf olacak fakat nüfusta Marif yazıyor.) On parmağında on marifet. Çalamadığı enstrüman yok. Bizim trompetzenimiz.
Marif, bir ara coştu, Kürtçe türkü söylemeye başladı.
Bu arada, bakanı karşılamaya bir grup Ülkücü üniversiteli de gelmiş. O sıralar Necati Eğitim Enstitüsü’nde ağırlıklı grup Ülkücüler.
Mehteri görünce bir kaçı bize yaklaştı.
Malum, Ülkücüler mehteri çok severler.
Özellikle bir tanesi, düzgün kıyafetli, konuşması da düzgün.
Bize milliyetçilik hakkında bir fikir vermeye çalışıyor.
Bedenimizin Türk olduğunu, ama ruhumuzun Müslüman olduğunu söylüyor.
Bedenin ruha göre çok matah bir şey olmadığını anlatıyor, bizi milliyetçiliğe ısındırmaya çalışıyor.
Biz henüz çok genciz ama milliyetçilik sınavını çoktan geçmişiz.
Türk, Arap, Kürt ya da başka bir ulusun ahfadı olabiliriz, hatta bundan hoşlanabiliriz de... Fakat bu mensubiyetlerin bizim dünya görüşümüzü şekillendirmesi gerekmez diye düşünüyoruz.
Mesela, bizim Marif Kürt. Bu durumda Marif’in ne yapması gerekiyor?
Belki de kendisini Türk hissetmesi gerekiyordur. Ama bunu nasıl yapacak? Formüle edilmesi gerçekten müşkil.
Bir netice hasıl olmadı oradaki üç beş dakikalık konuşmadan. Ülkücü üniversiteli diğer arkadaşlarının yanına doğru ilerlerken Marif yeniden başladı Kürtçe türkü söylemeye. Sonra bakan geldi biz de karşılama görevimizi ikmal edip dağıldık.
İlk gençlik yıllarımızda milliyetçiliğe böyle bakıyorduk.
Bu çizgi -belki içeriği geliştirilmiştir, daha zengin malzemeyle takviye edilmiştir- uzun süre böyle devam etti.
Milli Selamet’in, Refah’ın, Saadet’in, AK Parti’nin ‘ideolojik’ arka planında gözle görülür bir milliyetçilik yoktu.
Şimdi var.
Homeostatis, burada da kendini gösteriyor.
Canlıların, varlıklarını, yaşama konforlarını devam ettirmek için başka canlılara tutunmaları.
Kendilerini çevrelerindeki şartlara uyarlamaları.
En küçük mikroorganizmalarda bile var bu.
Fikirlerde olması da normal.
Milliyetçilik yönündeki bu değişikliği MHP’yle bizzarure yapılan koalisyon tetiklemiş olabilir.
Bizzarure?
Yüzde 50+1’in iktidar olmak için baraj haline gelmesinin sebep olduğu zaruretin bizzaruresi.
AK Parti’nin, milliyetçilik konusunda, kendi öncülü olan siyasi çizgiden yavaş yavaş itizal ettiği, ‘milli’ sembollere, ‘milli’ söylem’e daha sık müracaat ettiği aşikar.
Bu durum tabanı da etkiliyor.
Gitgide seyreliyor, Marif’in mehter takımının içinde Kürtçe türkü söylediği günlerdeki duyarlılıkları muhafaza edenler.
Geçen hafta, (AK Parti dahil) partilerin olaylara bakışlarını, duruşlarını nasıl değiştirdiklerine değinirken... ideolojilerde meydana gelen değişikliğin sadece adını anıp yazıyı bitirmiştim.
Hak, hukuk, adalet kavramlarının orasından burasından kırpıla kırpıla tanınmayacak hale gelmesi üzerinde durulmaya değer bir değişikliktir.
Keza, başkasının yaptığı yolsuzluk konusunda duyarlı, ‘bizimkiler’in yolsuzluğu konusunda anlayışlı olmak...
‘Bizimkiler’in başörtüsünü beğenmek, başkasının başörtüsünü tahfif etmek...
Hatta... ‘Bizimkiler’in başörtüsüzlüğünü beğenmek, başkasının başörtüsüzlüğünü kötülemek...
Böyle değişiklikler, arka planındaki -eğer varsa- ‘düşünce’yi tahrip eder.
Ve bir inanç varsa inancı...
Sınanmadan önce kolaylıkla ileri sürdüğünüz iddialarınızı kendi elinizle, kendi fiilinizle çürütmüş olursunuz.
Çürüttüğünüz zeminde durmakta güçlük çekersiniz.
İdeolojideki değişikliği tetikleyen faktörlere bunları da dahil etmemiz gerekir mi?
Araştırmak lazım.