Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İBB’ye başkan seçilmesi çok önemli bir hadiseydi.
Refah zamanıydı.
“Tamam İnşallah.”
Arkadaşım Mehmet Ocaktan haftalık İzlenim’de kapaktan “Öteki Türkiye Kazandı” cümlesiyle vermişti Erdoğan’ın zaferini.
Biz o zamana kadar öyle büyük ölçeklerden habersizdik. 30 küsur bin çalışanı varmış İBB’nin. Öyle binaları, öyle köşkleri varmış ki aklın durur. Parklar, bahçeler, konutlar, vapurlar, otobüsler, binalar, tiyatrolar, konser salonları, ucu bucağı yok.
Saraçhane’ye doğru gitmiştim o gün.
Büyük bir kalabalık yoktu. Daha çok devlete fazla yaklaşamayanlar, itilmişler, garip gureba…
Yoksul, devletin kapısına ürke ürke yaklaşan insanların Belediyenin etrafındaki heyecanı çok güzeldi. Ve çok temizdi.
Ben ters bir zamanda gitmiş olabilirim. Ya da geç kalmışımdır. Haseki’de oturuyorduk. Yürüyerek gittim.
Alt geçitten, bisikletçilerin oradan Saraçhaneye çıktım.
Kalabalık yoktu. Öyle büyük bir tezahürat da yoktu.
Arada sakallı, takkeli adamlar, tesettürlü kadınlar…
Zengin bir adama rastlamadım.
Zaten nereden bileceğim adamın zenginini… Belli olur mu parayla imanın kimde olduğu?
Dışarıdan bakınca bilebilir misiniz Turgut Altınok’un o kadar serveti var?
Ankara civarındaysan Altınok’un sana hakkı geçmiş olabilir.
Adama ait bir binanın gölgesinden geçtin mi borçlusun artık.
Ben pek anlamam zenginden fakirden.
O zamanlar zengin görüyoruz ama biraz uzaktan. Dışına bakıyorsun, içine bakamıyorsun.
Tonya’nın bize (Ağasar’a) yakın köyleri evvelce çarşıya Şalpazarı’na gelirlermiş.
Küpücuğun Salih (Salif) iki tonyalıyı konuşurlarken işitmiş.
Biri ötekine soruyor.
“Aca Çumhurbaşkani ne yeyi? Eşitmiş misun?”
Öteki cevap veriyor.
“Ula ne yiyecek? Koz helvasilan lavaş!”
Yemiş midir Cevdet Sunay koz helvasıyla lavaş?
Hiç duymadım. Belki küçükken, Çaykara’nın yamalarında gezerken yemiştir.
O kadar yabancıydık zenginlerin dünyasına.
Şimdi sorsak Tonyalılara sayabilirler mi Cumhurbaşkanının ne yediğini; hangi balı, hangi sütü sevdiğini.
Kestane balı, manda sütü…
Tahminim sayabilen de olur sayamayan da.
Kaç yıl geçti? 1994’ten say. 30 yıl.
Fotoğrafçımız Minik Ahmet’in “Tamam İnşallah”ın hemen arkasına ilave ettiği “Doyduk elhamdülillah” safhasına gelmiş olmamız lazım.
Ama doyduk diyen yok.
İktidarın bulunduğu muhitlerde eski yoksullar da yok.
Ne oldu yoksullara?
İki ihtimal var.
Ya zenginleştiler ya da o muhitlerden uzaklaştılar.
Zenginlik biraz kabiliyet, biraz nasip.
İki türlü kabiliyetin olabilir. Götürme kabiliyeti ve kazanma kabiliyeti.
Bu iki kavramı eş anlamlı zannedenler çoğaldı son devirlerde.
Adam götürüyor ama anlatırken ‘kazandım’ diye anlatıyor.
Götürmeyi ‘kazanmak’ bilenler fırsat bulduklarında kazanmaya götürmek demeyi seviyorlar.
Yine de Turgut Altınok içinde bulunduğu camianın yoksulu sayılır.
Zenginlikte Altınok’u cebinden çıkaracak 20-30 tane siyasetçi rahat vardır.
Dediğim tarihlerde henüz kimse bir şey götürmemişti. Belki vardı götüren, bizim aklımız ermiyordu.
“Dava”sı olan bir insan nasıl götürebilirdi?
Öyle düşünüyorduk.
Sonradan anladık, davaları varmış.
Ama bizim dilimizdeki dava ile onların dilindeki dava ayrıymış.
Biz davanın vatan, millet, Sakarya, din, iman gibi şeyler olduğunu sanıyorduk.
Öyle söylüyorlardı.
Meğer bu ulvi şeylerin hepsi para birimiymiş.
Dava götürmekmiş.