Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtik, Hükümet de kuruldu, sen sağ ben selamet, iş bitti mi?
Yeni sistem, şu anda gördüğümüzden ibaret midir?
Muarızlar, tenkitlerini çok keskin, abartılı ifadelerle dile getirebilir.
Tek adam rejimi, Cumhurbaşkanı veya Hükümet bildiğini okuyacak, meclis eli kolu bağlı kalacak, bir hayır kurumu veya bir sivil toplum kuruluşu gibi mecraında akıp gidecek, kendi söyleyip kendi dinleyecek.
Siyaset zemini böyle cümleler kurmaya müsait görülebilir. Hele de hadiselere muhalefet locasından bakıyorsan.
Muvafıklar da sistemi müdafaa ederken ‘mutluluğun resmi’ne benzer bir tablo sunabilir.
Gerçek demokrasiye ancak şimdi ulaştığımızı, koalisyonlardan ilelebet kurtulduğumuzu, darbelere, iç ve dış tehditlere karşı daha mukavim hale geldiğimizi, Meclis’in asıl şimdi daha etkin olduğunu savunabilirler.
Bu tezlerin dayanakları vardır.
Ben, iki tarafın yaklaşımlarının yeni sistemin nihai şeklini tasvir için yeterli olacağını zannetmiyorum.
Bilhassa, Meclis’in itibar ve güç kaybettiğine kani olmak için henüz erken.
Sistem kuruldu ve işlemeye başladı. Ama nihai şekline ulaşmadı.
Zamanla ulaşacak.
Zaman, bu tezlerin bazısını teyit edecek, bazısını tekzip edecek.
***
Mesela, bugünkü ‘Ana Muhalefet Partisi’ profili yeni sisteme uygun değil.
Yeni sistemdeki yüzde 50 barajı, ‘Ana muhalefet’in yönetime alternatif oluşturabilmesi için toplumun daha geniş kesimlerini kucaklayabilecek bir siyasete yönelmesini -eğer iktidar olmak gibi bir hayali varsa- ihtiyaç haline getiriyor.
Mevcut partilerin bulundukları çizgide diretmeleri halinde, yeni sistemin daha kapsayıcı bir siyaseti üretmesi muhtemeldir.
Bir ilacın yan etkisi gibi...
Sistemin ‘prospektüs’ünde böyle bir şey yazması şart değil.
Doğru, ‘Ana Muhalefet Partisi’ ibaresi mevzuattan çıkıyor.
Yeni sistemde, bir ‘parti’ iktidara gelmiyor.
Hükümeti Cumhurbaşkanı kuruyor.
Ama, nasıl, yeni bir dili öğrenirken, öğrendiğin dildeki gramer yapılarını bildiğin dildeki yapılarla eşleştiriyorsan, yeni bir sistemin kurumlarını da eski sistemin kurumlarıyla eşleştirirsin.
‘Ana muhalefet’i mevzuattan kaldırsan bile, iktidara destek veren büyük partiden sonraki ikinci büyük partiyi eski sistemin ana muhalefet partisinin bulunduğu mevkie koyarsın.
‘Cumhur İttifakı’nı, adı yasalarda ‘iktidar’ diye yazılmasa bile, ‘iktidar’ diye tahayyül edersin.
Çünkü, Meclis’te Cumhurbaşkanlığı Hükümeti’ne ‘yasama desteği’ sağlayan partiler, Cumhur İttifakı’nı oluşturan partiler.
Tabii buna eskisi gibi ‘koalisyon’ denmiyor.
Fakat, eski sistemle eşleştirdiğinizde, en çok ‘koalisyon’a benziyor.
Ayrıca, ‘ana muhalefet’ ibaresinin kalkması, ‘muhalefet’ kavramının sınırlarını genişleten bir etki bile yapabilir.
‘Cumhur ittifakı’ bir ‘uzlaşma’nın sonucu. Bugünkü şartlar, böyle bir uzlaşmayı lüzumlu kılıyor.
Ama, kim derdi ki, İyi Parti gibi, Ak Parti siyasetine hayli uzak bir parti, uzlaşmanın uzantısı olabileceğine dair sinyaller göndersin?
Ak Parti, bu ‘sinyal’e müspet cevap vermez. Ama, bu ‘zait’ sayılacak sinyal bile, ‘sistem’in değişik iktidar ve muhalefet kombinasyonlarını mümkün kıldığını düşündürüyor.
Yeni sistemde Meclis’in önem kazanması, Meclis’in kendisine atfedeceği öneme de bağlı.
Bunu ancak zamanla anlayabiliriz.
Meclis Başkanlığı’na kendi halinde, mazbut, tecrübeli bir siyasetçi değil de, ‘son Başbakan’ Binali Yıldırım seçildi.
Bu tercih, sistemin ‘kurucu lider’i Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis’i ‘dışarıdan bakanlar’dan daha fazla önemsediğinin bir işareti sayılabilir.
***
Bağlamın biraz dışına çıkarak, yeni sistemin ürettiği bir ‘netice’yi not edeyim.
Eski sistemde, -hukuken değilse de fiili olarak- Cumhurbaşkanlığı makamından daha itibarlı sayılan Genel Kurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı.
Türkiye’de böyle bir şeyi hayal etmek bile zordu.
‘İdare’nin karakterini belirleyen, sivil siyasetin önceliğini vurgulayan temel bir değişiklik.
Göz açıp kapayıncaya kadar oldu bitti.
Pek tartışan da olmadı.
Bence daha fazla üzerinde durulmayı hak ediyor.