Esat Arslan’ın Perspektif’teki yazısından (21’inci Yüzyıl Türk Sekülerleşmesinin Kaynakları: Şerif Mardin’den Mülhem Bir Yaklaşım) kısmen aktardığım ‘sekülerleşme’ sebepleri Arslan’n gözlemlerini ve tecrübelerini yansıtıyor.
Vardığı sonuçlar doğru sonuçlar.
(Oldukça sakin, oldukça soğukkanlı buldum Arslan’ın bu yazısını.)
Sebeplerin arasında sıraladığı ve bir önceki yazımda aktarmadığım bazı paragrafların dikkat çekici.
Arslan, İslamcı kadınların kamusal alanda daha fazla görünür olmasını da değerler erozyonunda etkili olduğunu söylüyor.
“Türkiye’de İslamcı kadınlar on yıllara yayılan mücadelelerinde gerek Kemalistlerle kavga ederek gerekse de kadını kamusal yaşamdan uzak tutmaya çalışan İslamcı erkeklere kafa tutarak kendilerine kamusal alanda yer açtılar ve erkek-kadın birlikteliğine dayalı ortak alanlar oluşturdular.”
Evet, bunu yaptılar. Ne oldu yapınca?
“Bu dönüşüm kendi içinde yeni değerler oluşturdu, fakat bunlar geleneksel İslam ile telif edilemez özellikler taşıyordu.”
Bu da doğru. Sonra?
“Çok boyutlu bu dönüşümün yarattığı hayati başka bir sonuçsa, Kuran ve Sünnet’teki kadın karşıtı görülen ayetlerin ve hadislerin giderek daha fazla kamusal gündeme giriyor ve giderek daha fazla İslamcı kadınları rahatsız ediyor oluşuydu. Ve kadınların okumasına giderek daha fazla maruz kalan Kuran ve Sünnet, bu süreçte değer kurucu kutsallık ve büyülülük makamını korumada, giderek daha fazla zorlanır oldu.”
Bunu şöyle anlasam olur mu?
Kadınlar kamusal alanda daha çok görünür oldular, Kur’an ve Sünnetteki kadın karşıtı görülen ayet ve hadisleri okudular ve İslam’ı sorguladılar, böylece toplum olarak İslam’dan uzaklaştık.
Böyle anlamakla Arslan’a haksızlık ediyor olabilirim. Ama bu paragraflar böyle anlamaya da müsait.
Kadınların aktif olmadığı bir Müslüman toplum tasavvur etmek bir kolaylık.
Ama kadınlar var ve gitgide daha görünür hale geldiler.
Bu görünürlük hali Müslümanların düşünce dünyasında dünya nüfusunun yarısını kapsayacak hacimde büyük bir boşluk doğurdu.
Geleneksel İslam oluşurken kadınlar yoktu zaten.
(Tamam vardılar. Ama kendilerine tahsis edilmiş bir alanda.)
Bu, bütün dünyada, hemen bütün kültürlerde böyleydi.
Şimdi varlar ve belli ki daha çok var olacaklar.
Bu durumu bir açmaz olarak görmektense bir gerçeklik olarak görüp asırların ihmalini telafi etmenin yolunu aramak daha tutarlı olurdu diye düşünüyorum.
Sonuçta, Arslan’ın tespiti doğru; “İslamcı kadınların daha görünür hale gelmesi” İslam’la olan bağlarını aşındırmış olabilir.
Ama dersimize iyi çalışmış olsaydık bu kadar aşındırmazdı.
Arslan, dersimize iyi çalışmadığımız anlamına gelebilecek başka bazı gerçekliklerin kapağını açıyor.
“İslam’ın bir entelektüel harita oluşturma yeteneğinin dumura uğramasında hayati bir etken, doğru İslam’ın ne olduğunun tespitinde artık her bireyin Kur’an meali okuması gerektiğinin tüm toplum tarafından kabul edilmiş olmasıydı. Haliyle bu durum pek çok İslamcı gencin Kuran’ın modern dünyayla sorun yarattığı düşünülen ayetlerinden haberdar olmasını sağladı. Bu süreçte Kuran, pek çok İslamcı için tüm yaşantının ve düşüncenin nihai kaynağı, sorgulanamaz bir ilahi otorite ve aşkın bir kutsal olmaktan çıktı ve pek çok İslamcı gencin modern dünya ve düşünceyle ilişkileri adına ağır bir düşünsel sorun kaynağı haline geldi.”
Eğer bu bir sorunsa, bu sorunu da çözmek için cehdetmeye değer.
“2002 AK Parti iktidarından önce çocukluğunu yaşamış pek çok İslamcı, yakın tarihten kendine kahraman bulmakta zorlanmazdı. 2002’den sonra sağlanmış güç ve konfor ortamında Türkiye’deki İslamcılar kahraman yaratma becerisi gösteremedi. Artık buna ihtiyaç da yoktu, zira İslamcı seçkinler güç ve zenginlik içindeydiler.”
“2002’de İslamcılar iktidara gelirken İslamcı gömleği çıkardıklarını söylediler. Bu gömlek çıkarken elden çıkarılan başka bir şey cihad ve gaza idealiydi. Pek çok İslamcı, 2008 yılında Kemalistlere karşı kesin bir zafer kazandıktan sonra, artık zafere erişilmiş olduğunu ve artık işin ‘ganimet toplamak’ olduğunu düşündü. Cihad ideali yeni koşullara göre yeni bir muhtevaya kavuşturulabilirdi. Fakat görebildiğim kadarıyla bu çabaya ciddiyetle eğilen pek kimse olmadı.”
“Yeni koşullara göre yeni bir muhtevaya kavuşturulabilirdi.”
Zannediyorum bu cümle yukarıda aktardığım paragraflar için de uygun.
Yani aydınlarımız, alimlerimiz, entelektüellerimiz yeni şartların ortaya çıkardığı sorunlara çözüm arasaydı, tembellik etmeseydi…
Bu denli bozulmayabilirdik diyebilir miyiz?
Diyebilirdik demesine de…
Bütün enerjimizi slogan üretmeye tahsis ettik. Alimlerimiz yanlışa kılıf imal etmekle meşgul.
Ayrıca mahallede slogandan, hamasetten başka bir şey dinleyecek kulak kalmadı.
Bugün bitiririm diye düşünüyordum. Gördüğünüz gibi, bitmedi. Tamamlamam için bir yazı daha yazmam gerekiyor.