21. Yüzyıl’la 7. Yüzyıl arasındaki bağı nasıl kuracaksınız? Veya Hicretle başlayarak 1. Yüzyılla 15. Yüzyıl arasındaki bağı?
Ne kadar çok şey değişti?
Kadınlar, erkekler, adetler, aletler, alışkanlıklar…
Yönetme, hükmetme şekilleri, zulmetme şekilleri, inanma, tapınma şekilleri, sapıtma ve şirk şekilleri…
İnsan, yine insan, niceliklerden arındırılmış haliyle.
Fakat şimdi onu da mekaniğin ucuna eklediler, makinanın uzantısı haline getirdiler.
Belki yakında ikisi birbirine karışacak, hangisinin makine hangisinin insan olduğu ayırt edilemeyecek.
Neyse, şimdilik hala insan.
Şu anda, ‘tevhid’le ‘şirk’i nasıl ayırt edeceğiz?
Herhalde biliniyordur, ‘Cahiliye’ diye adlandırdığımız devirde putlar vardı.
‘Totem’ desek olur mu?
İnsanların güç, kuvvet izafe ettiği insan yapımı bir takım ‘ilah’lar.
Daha önceki devirlerde de kralların, sultanların ilahlık iddiasında bulundukları ya da ilah gibi davrandıkları biliniyor. Yani, en azından bu konuları merak edenler biliyor.
Şu da biliniyor.
O devirde insanlar Allah’a da iman ediyordu.
Putların Allah nezdinde bir itibarı olduğunu düşünüyor ve dua ediyorlardı.
Şimdi hala var mı putlar?
Allah nezdinde bir gücü olduğu düşünülüp dua edilenler? Ya da makam, mevki, para, güç, modern ve post-modern tabular, kültler…
Böyle eşleştirmeler, kıyaslamalar yapabilir miyiz?
Üzerinde düşünmeye değer.
Başkalarını itham etmek için değil, kendimizi tashih etmek için.
İbn Habib’in el-Muhabber’ini (Arap Kültürü, Ankara Okulu) okurken “Cahiliye devrinde ortaya konan ve İslam’ın bir kısmını bırakıp bir kısmını iptal ettiği adetler” başlığı dikkatimi çekti.
Aslında bir çok başlık dikkatimi çekti.
“Vefalı Araplar” yani sözünde duranlar. “Bir gözü kör olanlar” “Atike isimli dört kadınla evlenen adam” ve saire…
Ama, cahiliyenin adetleri bugünkü bahsimiz açısından daha uygun.
Bu malumata henüz erişmemiş olanlar için söylüyorum. Son derece ilgi çekici.
“Üç talakla” yani aşamalı boşanma şekli cahiliye devri Araplarında da varmış. Cünüplükten yıkanırlarmış. Ölülerini kefenlerlermiş ve üzerine namaz kılarlarmış. Belki ‘namaz’ ‘salat’tan tercümedir. ‘Salat’ dua anlamına da gelir.
“Cenaze bir sedyeye yatırılır yakını ayağa kalkıp iyiliklerini sayar ve onu överek “Allah’ın rahmeti üzerine olsun” der ve sonra defnedilirdi” diyor İbn Habib.
“Arapların çoğu dirilişe inanırlardı” diye devam ediyor. Hatta cahiliye şairi el-Ahnes’ten bir beyit naklediyor:
“Öğrendim ki Allah kulunu mükafatlandıracak/Hesap gününde en güzel amellerine karşılık.”
Mahşer gününde yaya kalmaması için mevtayı bineğiyle defnetmek adetmiş. Bu adet, malum, İslam’da devam etmedi.
Hac ve Umre yaparlarmış. Kabe’yi tavaf ederlermiş, Hacer’ül Esved’e dokunurlarmış. Safa Merve arasında sa’y ederlermiş.
Telbiye şekilleri… Yani bugün hacıların “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” diyerek yaptıkları şey.
Biliyorsunuz, ‘telbiye’ ‘lebbeyk’ kelimesiyle yapılıyor. “Buyur”, “Emrindeyim” “Her anlamda itaat ediyorum” gibi anlamlar ihtiva ediyor.
Haccederken “Buyur Allah’ım buyur!” diyoruz sesimizi yükseltebildiğimiz kadar yükselterek.
Bunu da yaparlarmış.
Bazı ilavelerle veya bazı eksiklerle.
Mesela İsaf putunu ilah edinenlerin telbiyesi şöyleymiş:
“Lebbeyk, Allahım Lebbeyk, Senin ortağın yoktur ancak sana ait olan bir ortak hariç, hem ona hem sahip olduğuna sahipsin.”
Allah’la birlikte İsaf putunu da anıyorlar ama İsaf’ın Allah’a ait olduğunu söylüyorlar.
Uzza’yı şirk koşanlar da “Buyur Allah’ım buyur, bizi sana sevdirenle itaat altındayız” diyorlar.
Bununla muhtemelen Allah’ın Uzza sebebiyle kendilerini sevdiğini ima ediyorlar.
Müellif, neredeyse her putun takipçilerinin yaptıkları telbiyeleri sıralamış.
İslam’dan sonra telbiye şirkten arındırılmış. Vurgular çok kuvvetli.
“Lebbeyk, Senin şerikin yoktur, lebbeyk, övgü Sanadır, nimet Senindir, mülk senindir” diye tevhidi vurgulayan, her şeyi, bütün yücelikleri Allah’a ait kılan bir telbiye gelmiş.
Demek ki… Telbiye yaparken, yani “Buyur” derken, dikkat etmek lazım.
Sadece Hacda yapılan telbiyeyi demiyorum. Normal, günlük hayatta yapılan telbiyeleri de kast ediyorum.