28 Şubat’ın şiddetli günlerinde benim Betül kızım Küçükköy Kız İmam-Hatip Lisesi’nde okuyordu.
Okul binası, bir özel ilk ve ortaöğrenim kurumuyla müşterek kullanılıyordu.
Eğitim öğretim yılının başlarında okula gitmem icap etti.
Bir önceki sene girdiğim kapıdan girmeye teşebbüs ettim. Almadılar.
Şimdi adını unuttum. Burası filan ortaokulun kapısı dediler.
Meğer, vakıf yönetimi İmam-Hatip Lisesi’nin bina içinde kullandığı alanı daraltmış. İmam-Hatip yarı yarıya küçülmüş.
Bundan rahatsız oldum. Çünkü, bu kuruluşlar, binaları inşa ederken vatandaştan ‘İmam-Hatip yapacağız’ diye para istiyorlar.
Sonra, binayı vatandaşın muradı hilafına kullanıyorlar.
Şimdi okul binası ne durumdadır bilmiyorum. Belki de tamamı İmam-Hatip’e tahsis edilmiştir.
AK Parti iktidarında İmam-Hatip okulları teşvik edilmeye başlanınca, tabii ki talep de arttı.
Talep artınca eskiden düz lise veya düz ortaokul olarak kullanılan binaların bir kısmı İmam-Hatip’e tahsis edildi.
28 Şubat’ta benim canım nasıl sıkıldıysa, bazı kimselerin canı da lisenin bir bölümünün İmam-Hatip’e tahsis edildiğini görünce sıkılmış olabilir.
Fakat bu sorun da aşılıyor.
Yeni İmam-Hatip binaları inşa edildi ve yavaş yavaş İmam-Hatip okulları kendilerine ait tesislere yerleşiyor.
İmam-Hatipler çoğaldı. Talebeleri de çoğaldı. Bu çoğalma, önümüze yeni bir sorun çıkardı.
Ziraatla uğraşanlar bilir. Yağmurun çok yağdığı seneler, meyvelerin lezzeti azalır.
İmam-Hatip okulları çoğalınca, mezunlarının ortalama kalitesinde bir düşüş oldu.
Bu kalite düşüşü ölçülmüş müdür? Bilmiyorum. Böyle bir ölçmeye rastlamadım.
Fakat, ben dahi kalitenin düştüğünü düşünüyorum.
Bazen diyorum ki, dokunma. Ortaöğrenim zaten karmakarışık. Devletin bununla baş etmesi mümkün değil.
Çocuklar okulda ne öğreniyorsa öğrensin. Hocasından duyduğu bir-iki hadis-i şerif, bir-iki ayet-i kerime yeter.
Nasıl olsa asıl eğitim üniversitede başlıyor. Orada düzelir.
Bu bir bakış açısıdır ama, bu bakış açısıyla hiçbir yere varamazsın. Hiçbir şeyi iyileştiremezsin.
İmam-Hatipler dahil bütün ortaöğrenim sisteminin maksadı öğrencileri 18 yaşına kadar meşgul etmekten ibaret olmaya devam eder.
Bana öyle geliyor ki, milletçe kafamızı değiştirmemiz lazım.
Eğitim denen şeyi milletçe ciddiye almaya karar vermemiz lazım.
Çocuğunun okulda olduğunu bilmek, bir çok ana-baba için büyük rahatlık.
Eh, sınıfını geçerse çocuk, bu da iyi bir şey.
Ya sınıfta kalırsa?
Yok ki sınıfta kalma.
Eskiden bizim sınıfta kalmamıza sebep olan nota ‘zayıf’ denirdi. Sonradan bu notun ismini ‘geçer’ diye değiştirdiler.
Çocuğunun sınıfta kalmasına gönlü razı olmayan veli, eğitimin kalitesinden şikayet eder mi?
Zannetmiyorum.
İmam-Hatiplerde yüklü bir müfredat var.
Öğrencilerin çoğu bu müfredatla baş edemiyor.
Sınıfta kalmak diye bir sıkıntı da olmadığı için, çocuklar, müfredatın yarısını bile almadan okulu bitiriyor.
Bu yüzden, acaba diyorum, müfredat biraz hafifletilse ve öğrencinin bu müfredatın tamamını alması için daha yoğun bir çaba sarf edilse nasıl olur?
Öğrenci az bilsin ama bildiği kadarını tam bilsin.
Peki ama o zaman, İmam-Hatip okuyan öğrenci doğru dürüst imamlık, müezzinlik yapamaz?
İmam-Hatip’e gelenlerin büyük ekseriyeti zaten imamlık, müezzinlik yapmayı planlamıyor.
İmamlık ve müezzinlik yapmak isteyenler için özel bir çalışma yapılabilir.
Dini ilimlerde derinleşmek isteyenler de, özel bir müfredata tabi tutulabilir.
Bazı İmam-Hatip okullarında uygulanan hafızlık programı iyi bir örnek. (Benim hatırladığım en iyi yenilik.)
Bu örnek geliştirilerek, kuvvetli bir dini eğitim altyapısı kurulabilir.
Arapça hazırlık sınıfı da çok iyi bir yenilikti.
Fakat ne kadar verimli olduğunu anlayamadım.
Eskiden kolejliler İngilizce bilirdi.
Şimdi İmam-Hatipliler Arapça biliyor mu?
Ben, okulunda Arapça öğrenmiş bir İmam-Hatipli’ye henüz rastlamadım.
Tam burada, bizim sivil kuruluşların, İmam-Hatiplerin kalitesi konusunda neler yaptığını öğrenmek için İbrahim Solmaz’ı aradım.
Uzun uzun konuştuk.
Onu da yazarım inşallah.