Bugünlerde felsefe okumaya devam ediyorum. Malum, İbn-i Rüşd’ün Faslu’l Makal’ini bitirdim. Arada, biraz felsefi yönü olan Hurufi Metinleri’ne baktım. (Birleşik, Fatih Usluer.) Nesimi’nin Mukaddimetü’l Hakayık’ını okudum. Evde fasılalarla Hilmi Ziya Ülken’in İslam Düşüncesi’ni okuyorum. (Doğu Batı Yayınları.)
Gazete’deki masamda Liman Von Sanders’in Türkiye’de Beş Yıl’ı var. (İş Bankası Yayınları.) Önemli bir hatırat.
Birkaç hafta önce de Başakşehir’deki Hoca Ahmed Yesevi Camii’nin avlusundaki çay ocağına gidip gelirken Kazım Karabekir’in “Hayatım”ını bitirdim. Şimdi çay ocağının kütüphanesinde okuyabileceğim kitap arıyorum. Bulamazsam oraya okumak için bir-iki kitap bırakacağım.
Bu pazar ne yazacağım? Hurufi Metinleri’ni yazabilir miyim acaba?
Sokakta pek karşılığı yok hurufiliğin. Bazen televizyonlarda sazı konuşmacılar, yıllara, aylara, günlere dair rakamlardan, bu rakamların sembolik anlamlarından hareketle istikbale ve maziye dair neticeler çıkarıyorlar. İnsanların çoğu böyle şeyleri eğlence kabilinden dinliyor.
Yok mu ciddiye alan?
Vardır arada.
Ciddiye almalı mıyız?
Ciddiye almamız gerekip gerekmediği konusunda yakin bir bilgiye sahip değilim. Şahsen ilgilenmiyorum. Ama prensip olarak alaya da almıyorum.
Peki hurufilik mi ekranlardaki bu arkadaşların yaptıkları?
Sayılmaz. Sayılarla alış-verişleri iyi olduğu için olaylar ve sayılar arasında bağıntılar kurabiliyorlar, o kadar.
Ben sadece kehanetlerini kendilerinden çok emin bir üslupla izhar etmelerini yadırgıyorum.
Ne biliyorsun oğlum, belki öyle değildir!
Bizim kuşağın, hayatlarını etkilemese de gündemlerini hayli meşgul eden ilk rakamlardan biri 19’dur.
“Kur’an En Büyük Mucize” kitabı İnkılap’tan çıkmıştı. Yazarı (Hindistan kökenli) Güney Afrikalı yazar Ahmet Deedat’tı. Kitabı Edip Yüksel Türkçeye çevirmişti.
Kitap başka bir yayınevinden ve İslamcı muhitlerle çok içli dışlı olmayan bir mütercim tarafından çevrilse belki o kadar yankısı olmazdı.
Edip Yüksel’i herkes tanıyordu. Şehit Metin Yüksel’in kardeşi ve fıkıh alimi merhum Sadreddin Yüksel’in oğluydu. Kabul edilmeli ki kardeşinden ve babasından bağımsız olarak kendisinin de camia içinde saygınlığı vardı.
Ahmet Deedat, bilgisayarla yaptığı hesaplar sonucu Besmele’nin 19 harften oluştuğunu, Kur’an-ı Kerimdeki sure sayısının (114) 19’un katı olduğunu, Kur’an-ı Kerim’deki harflerin sayısının da 19’a bölünebildiğini iddia ediyordu.
Gerçi hesabı tutturmak için bazı sureleri mesela dua mahiyetinde olan Felak ve Nas surelerini hesabın dışına çıkarmak icap edebiliyordu.
Sonradan, (bir ara peygamberlik iddiasında bulunduğu söylenen) Reşat Halife’nin 19 Mucizesi’ni Ahmet Deedat’tan önce ortaya attığını öğrendim.
Konuyu, o yıllarda Edip Yüksel’le de konuştuğumuzu hatırlıyorum. Edip Yüksel tabii ki Halife’nin ya da Deedat’ın tezini kuvvetle savunuyordu.
Doğru muydu tez?
Olabilirdi.
Olmayabilirdi de.
Ama önemli olan Kur’an-ı Kerim’deki harf sayısının kaça bölünüp bölünmediğinden ziyade Kur’an-ı Kerim’in ne dediğiydi.
Arkadaşlar arasında Edip Yüksel’e takılalar oluyordu.
Mesela Merhum Mehmet Ali Tekin biraz da şaka yollu, “Esas mucize 19 değil, dört” diyordu Edip’e, “Abdestin farzı dört, hak mezhep dört” diye aklına gelen ‘dört’leri sıralıyordu.
Edip Yüksel deyince tabii ki hatıralar canlanıyor.
Zeki bir adamdı Edip Yüksel.
Ayrıca cesurdu. Hem kavgada hem fikirde. Eğer bir fikre kani olduysa Ahmet ne der, Mehmet ne der diye düşünmezdi. Her ortamda paylaşırdı.
Bir gün, babam, merhum İsmail Cömert Samsun’da müftüyken, birkaç arkadaş (içlerinden biri mutlaka mühendis Cemil Öksüz’dür) Samsun’da askerlik yaptığı birliğe Edip Yüksel’i ziyarete gittik. Yanlış hatırlamıyorsam sıhhiye birliğiydi.
Hafta sonu muydu? Olabilir. Bizimle çıkabileceğini söyledi.
Kulakları çınlasın, yazar Mustafa Genç’in kayınpederinin Saathaneye yakın iki yıldızlı bir oteli vardı. Zaman zaman o otelin lobisinde vakit geçirirdik.
O gün orada Samsun’un okumuş-yazmışlarından birkaç kişi daha vardı.
Edip Yüksel onlara kıyametin ne zaman kopacağını anlatmaya başladı.
Oradakiler dikkatle dinliyordu. Aslında ben de dinliyordum. Ama lakayttım. Başka şeylerle de ilgileniyordum.
Görüyor musunuz? Hurufilikten nerelere geldik?
Hatıralara yakalandık.
Başlıktaki ‘kıyamet ne zaman’ sorusunun cevabı tabii ki bende yok.
Ama Edip Yüksel o gün bir tarih vermişti.
Allah izin verirse haftaya buradan devam edelim.