‘Kıble habu kada midur?’

Yusuf Ziya Cömert

İki adam, namaz kılacaklar. Kıble konusunda ihtilaf ediyorlar.

“Oyle değil. Azacuk sola donecesun.”

“Ula yok, sabah da bu tarafa kılmişum, kıblem doğrudur!”

İhtilaf ettikleri açı beş, bilemedin on derecelik. El ile ölçsen bir karış bile değil.

Sonra bir molla geliyor yanlarına, onu da tartışmaya dahil ediyorlar.

Molla, ihtilaf ettikleri aralığı iki eliyle göstererek...

“Ula Alla’un kıblesi habu kada midur?” diyor, “İkisi da kıbledur.”

Tabii bizim akıllımız çok. Diyecekler ki, buradaki üç beş derecelik sapma Ceziretü’l Arab’a varıncaya kadar birkaç yüz kilometre olur. Kabe’yi görmeyi bırak,

Habeşistan’ı zor bulursun.

İyi de, namaza durduğun zaman yüzün karşıdan, sağdan veya soldan bir açıyla kıbleyi görüyorsa, kıble doğru sayılır.

Kaldı ki, önemli olan kıbleye yönelmeye çalışmaktır. İstikbal kelimesinin içindeki ‘sin’ yani ‘S’ harfi aramayı, çaba sarf etmeyi ifade eder.

Dolayısıyla, milimi milimine kıbleyi bulamadıysan bile yönelişin geçerlidir.

Namazına kıbleden dolayı bir şey olmaz.

Olursa, ‘huşu’ eksikliğinden, ‘ihlas’ eksikliğinden veya namazın başka bir rüknünü terk etmekten olur.

Yani kalbinin başka istikamete durmasından.

Bütün bunlara ilaveten bir de “Doğu da Batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın veçhi o taraftadır” ilkesi var.

Bunu nasıl anlamak lazım?

Allah bütün varlığı ihata ediyor.

Diye mi?

Başka türlü anlasak olmaz mı?

Thomas Bauer’in ‘Müphemlik Kültürü ve İslam’ kitabındaki tezler de ‘başka türlü anlasak olmaz mı’yla ilgili.

Bir taraftan bizim, yani biz Müslümanların kafasındaki değişme sürecini, bir taraftan da Batılı zihinlerin Müslümanlara bakışında meydana gelen değişiklikleri takip etmiş.

Tuhaf!

Batı’nın bizi sokmak istediği şekle girmek için çok gayret sarf etmişiz ve galiba başarmışız.

Bilhassa 19. Yüzyıldan itibaren, sanki bir güç, bizi ‘kesinlik’in acımasız kollarına doğru itmiş.

Modernleştikçe müphemliğe husumetimiz artmış.

Çarpıcı bir örnek...

“Afganistan’daki Taliban egemenliği sırasında batılı medyalarda sürekli Taliban’ın Afganistan’ı ‘orta çağa geri götürmeyi’ hedeflediğini dinledik ve okuduk” diyor Bauer ve devam ediyor:

“Oysa Avrupa’da Orta Çağ adı verilen dönemde Belh’te ve Herat’ta ne müzik yasaktı ne de zina yapanı taşlarlardı. (İnsan, Afganlıların başına gelecek en iyi şeyin orta çağa geri dönmek olacağına dair sarkastik bir kanaat serdetmekten de kendini alamayabilir.)”

Gerçekten de... Herat’ın, Kandahar’ın, Belh’in ortaçağını düşünsenize...

Müphemlik ne?

‘Belirsizlik’ deyip geçemem.

Sağlam bir tanım var kitapta. Çok uzun. Kısaltarak aktarayım:

“Eğer bir kavrama aynı anda iki zıt veya birbirinden belirgin biçimde farklı iki rakip anlam atfedilebiliyorsa, (...) bir grup içinde bir olgunun farklı yorumları benimsenebiliyor veya bu yorumlardan hiç birisi tek başına geçerlilik iddiasında bulunamıyorsa, orada bir kültürel müphemlik olgusuyla karşı karşıyayız demektir.”

Bir kavram aynı anda iki zıt veya farklı anlama gelebilir mi?

Hakikat tek değil midir? Niye farklı yorumlar oluyor, niye ‘tek’e indirilemiyor? Bu büyük bir dert değil mi?

Değil.

Mesela benim tabiatım, daima, bir şeyin bir çok farklı yorumunun bulunmasını makul görmeye çok yatkındı.

İnsanların kesinlik ifade eden konuşmalarını hiç sevmedim.

İnsanların, kendi görüşlerinden, kendi yorumlarından büyük bir kesinlikle emin olmalarını daima o kimselerin sözlerinin ve yorumlarının zaafına hamlettim.

“İhtilaf-ı ümmetî rahmetün” hadisini, sahih veya zayıf, veya hasen hatta mevzu, kendi anlayışıma yakın buldum.

Mevzu, veya senedi zayıf bir söz, bir hakikati ifade ediyor olamaz mı?

Sözün kendisi doğruyu ifade ediyorsa niye dikkate almayalım?

Bauer, evvela Kur’an metninin müphemliğine temas etmiş.

Kur’an-ı Kerim’le ünsiyeti az olanlar Kur’an’ın boyuna ve birbiri ardına kesinlikler ihtiva ettiği ön yargısına sahip olabilirler.

Her şey kesin, her şey mutlak, her şey nihai.

Değil öyle.

Ama Kur’an-ı Kerim’deki anlamları kesinleştirme, sabitleme, her hangi bir şeye indirgeme gayretleri var.

Bu gayretler tabii ki olsun.

Ama, başkasının ‘kesin’i ile kendi ‘kesin’ini tokuşturmak zorunda değilsin.

Kendi ‘kesin’ini zorla başkasının kafasına sokman gerekmiyor.

Biraz daha devam edelim bu ‘müphemlik’ konusuna, kısmet olursa.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (21)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.