Kardeşim. Öğretim üyesi Berat Cömert. Kazakistan’da, Hoca Ahmed Yesevi üniversitesinde Arapça okutuyor.
Doğduğu günü iyi hatırlıyorum. 1970 sonbaharı. Babam müftü olarak Lüleburgaz’a tayin edilmişti. Biz gidip yerleşmiştik. Ama Annem Berat’ın doğumunu bekliyordu, babamla birlikte İstanbul’daydı. O gün, büyükannem köfteye ekmek içi yerine evde bayat ekmek olmadığı için patates rendelemişti. Herhalde patates yüzünden köfte tavaya biraz yapışmıştı ama çok lezzetliydi.
Babamla annem kucaklarında Berat’la geldiler.
Sonrasını da hatırlıyorum.
İlk adımlarını attığı günleri. Çocukluk çağını.
Taa o günlerden, yani ilk çocukluğundan beri esprili. Kimsenin aklına gelmeyen Berat’ın aklına gelir.
Berat’ın ilk okula başladığı sıralar benim üniversite hayatım başladı. İstanbul’da, Ankara’da kendi gündemimin peşine düştüm.
Neden gittim bu kadar gerilere?
Berat kardeşim yüzünden.
Berat, kitabı yazarken eskilere gitmiş. Eskişehir’e, Rize’ye Erzurum’a.
Ben de kitabın akışı içinde Lüleburgaz’a kadar gitmiş oldum.
Birkaç ay önce bir telefon görüşmemizde yakında kitabının çıkacağını söylemişti.
Ne kitabı?
“Ahmet’i yazdım.”
“Nereden çıkıyor?”
“Beyan Yayınları’ndan.”
Birkaç gün sonra bir düğünde Beyan’ın kurucusu ve sahibi Ali Kemal Temizer’le karşılaştık.
“Yeğeninin hikayesini ağlayarak okudum” dedi bana.
Ahmet, Berat’ın oğlu. Benim yeğenim.
Dün gazeteye geldiğimde Berat’ın kitaplarını masamın üstünde buldum. Oğlum İsmail’e amcanın kitabından birkaç tane sipariş et demiştim. 5 tane sipariş etmiş.
Kitabın adı “Cennet Kreşi.” (Beyan Yayınları.)
Bir çeşit öyküleme.
Tamamen kendine mahsus.
Temiz bir dil. İçinde hiç yapmacık yok.
Berat hakiki çocuktur, neyse o.
Rahmetli Osman dayımın “Bu Berat dosdoğru cennete gidecek” deyişini hiç unutmam.
Kitabı hemen okudum.
Baş taraflarını yer yer tebessümle.
Mesela Diyanet’in Rize’deki satış ofisinde görev yaparken akşama kadar “Supara var midur” diye soran insanlara “Yok” deyişini, iş işten geçtikten sonra ‘supara’nın elifba cüzü olduğunu öğrendiğini okurken…
Sonlarına doğru yoğun bir hüzünle.
Güzel çocuktu Berat’ın oğulcuğu, yeğenim Ahmet.
Gözle görülebilir hiçbir fiziki kusuru, noksanı yoktu.
Sevimliydi, sıhhatliydi.
Fakat bazı konulardaki mesela konuşmasındaki gelişme çok yavaş seyredince otizm teşhisi konuldu.
Ne yaparsınız oğlunuza ya da kızınıza otizm teşhisi konulsa?
Çare ararsınız.
Çırpınırsınız.
Çare olabileceğini düşündüğünüz her yere koşarsınız.
Berat, bu umarsız koşusunu anlatmış kitabının sonuna doğru.
Ailece üçkağıtçı üfürükçülere gidişlerini…
“Adam yüzündeki samimi tebessümüyle birlikte “Hoş geldiniz” sözüyle karşıladı kıymetli delikanlı hoca efendiyi.”
“Hoş bulduğunu dile getiren hoca Ahmet’ten ziyade yeni yapılan satılık dairelere iştahlı iştahlı bakıyor, onların fiyatlarını, nasıl alabileceğini soruyordu.”
Keza, paragöz ve sahtekâr uzmanlara gidişlerini…
Peygamberimiz’in Kuba Mescidi’nde yaptığı duayı hatırlayışlarını.
“Allah’ım muhtacı muhtaca muhtaç eyleme.”
Bu bölümlerde erbabının, ilgililerinin ders çıkarması gereken tecrübeler de var.
Piyasadaki edebiyat hiziplerinin herhangi biriyle alış-verişi yoktur Berat kardeşimin.
Ama güzel yazmış.
Gündelik dünya telaşesiyle Ahmet’çiğin hüzünlü ve kısacık hayatını kendi üslubuyla harmanlamış.
“Cennet Kreşi” demiş kitabının adına. Bu ifade öykünün finali hakkında yeterince fikir veriyordur.
Temiz ve derin bir hüznü hilesiz, yapmacıksız bir kitaptan okumayı değerli bulanlar için okunmaya değer bir kitap.