2011 seçimleri öncesiydi. Bir ara dedikodu olarak dolaştı. “Başbakan Erdoğan çılgın proje açıklayacak.’
Ne olabilirdi ‘çılgın proje?’
Bir varsayıma göre, çılgın proje Haliç’in bittiği yerden başlayıp Boğaz’a, Büyükdere’ye kadar uzanan bir kanaldı.
Bir başka varsayım. Boğaz’ın iki köprüsü arasında yapılacak 4 büyük ayakla boğazın ortasına ulaşacak tuhaf bir köprü. Ortada dairesel bir alan oluşacak ve insanlar oraya yayan gidip piknik yapabilecek.
Ataşehir’e Edirne’deki Selimiye Camii’nin benzeri bir cami yapılacak.
(Selimiye’nin benzeri değil. Ama Çamlıca’ya bir cami yapıldı.)
Mimar Hakan Kıran, o günlerde Kanal İstanbul’u aşağı yukarı tahmin etmiş.
Fatih Altaylı Marma Denizi’ne ay yıldız şeklinde bir ada yapılacağını düşünmüş.
(Altaylı’nın tahminine denk düşer mi bilmiyorum. Yenikapı’ya ay yıldız şeklinde olmayan bir yarım ada yapıldı.)
Köprülerin üzerine teleferik yapılacak. 35’er kişilik kabinlerle 4 dakikada karşıya geçilebilecek.
Sonradan ‘çılgın proje’nin Karadeniz’den Marmara’ya açılacak bir kanal olduğu ilan edildi.
Nasıl bir kanaldı bu?
Neresi değerlenecekti? Şimdi, parası olanlar nereden arsa alacaktı?
Bir müddet tüyo aradı insanlar. Bulan buldu, bulamayan bulamadı.
Neye yarardı böyle bir kanal?
Boğaz trafiğini hafifletirdi. Bu, elde bir.
Bilmiyoruz tabii, Montrö anlaşmasına göre bizim Boğaz’dan geçecek bir Rus gemisinin rotasını Kanal’a çevirmeye yetkimiz var mıydı?
Ama bazı gemiler, Boğaz girişinde sıra beklemek yerine Kanal’ı tercih edebilir.
Ciddi bir muhalif söylem oluşmadı o günlerde.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir Danimarka gezisinde Kopenhag’daki kanalı göstererek “İşte böyle bir şey” demişti.
Kopenhag, İstanbul’a göre sakin, düzenli bir şehir. Orada kanal sakin sakin duruyor. Etrafı düz. İstanbul’da açılacak kanalın etrafı bu kadar düz olmaz.
Ama Kopenhag’a bakarak ‘fena fikir değil’ dersiniz.
Burada kanalın etrafında binalar var. Mutlaka İstanbul’da açılacak kanalın etrafında da binalar olur.
Bu da yeni bir arazi rantı oluşturur.
İyiymiş! Kanalın maliyeti araziden çıkar!
Şimdi tabii şöyle bir durum var.
Maliyet milletin cebinden çıkıyor. (Bazıları cebin devlete ait olduğunu düşünür ama devletin cebi yoktur. Devlet, daima vatandaşının cebini kullanır.)
Kanalda oluşacak arazi rantı, vatandaşın cebinden çıkan finansmanı telafi etmekte kullanılacak mı?
Yoksa vatandaşın cebi boşalırken arazi rantını veya imar rantını seçkin bir zümre mi ceb-i mahsusuna mı indirecek?
Böylece vatandaşın cebinden çıkan para vatandaşa ebediyyen veda ettikten sonra arazi rantı olarak bu zümrenin cebinde veya kasasında mı peydah olacak?
Bunu belirleme imkanına sahip değiliz.
Eğer bu konuda bir insaf, bir adalet, bir hakkaniyet gözetilecekse makul.
Gözetilmeyecekse vatandaşa haksızlık.
Sonra başka metinler de okudum Kanal İstanbul’a dair.
Muhtemel İstanbul depremi... Belki muhtemel değil, beklenen İstanbul depremi Türkiye için en büyük felaket senaryosu.
Deprem sonrasında İstanbul’a nasıl yardım ulaşacak?
Daha kötüsü İstanbul nasıl tahliye edilecek? Sağ kalan insanlar İstanbul’dan nasıl kaçacak?
Bu ciddi bir sorun. Ama deprem göz önünde bulundurularak çok miktarda geniş ve sağlam köprüler inşa edilebilir.
Tabii köprülerin yıkılma ihtimali de var.
Yahu sen kimden yanasın?
İnşallah yıkılmaz köprüler.
Bir arkadaş Karadeniz’den Marmara’ya oluşacak kanal akıntısının Marmara’nın suyunu tatlılaştıracağını söyledi.
Arkadaş dediysem mahalleden arkadaşım değil, jeoloji profesörü.
Bu da sorun olabilir.
Bir şey daha söyleniyor.
Kanalın maliyeti çok yüksek, bu parayla İstanbul’un binaları depreme dayanıklı hale getirilebilir.
Bence de mantıklı da... Fakat bu senaryoda maliyet var, rant yok. Oysa devrimiz rant devri.
Kuşların göç yolu?
İstanbul Havalimanı İnşaatında da söyleniyordu.
Doğrudur da, kuşları düşünen kim? Öyle bir vicdan mı kaldı?
Büyük siyasi ihtilaf çıktı Kanal İstanbul hakkında.
İki tarafta, alimler, cühela, ilgili ilgisiz, herkes konuşuyor.
Doğru olanı değil de tuttuğu tarafın tezini savunuyor sanki herkes.
Bana iki taraf da güven vermiyor.