Bayramların pek çok güzellikleri vardır. Daha yeni dinledim, babasının arefe günü aldığı kara lastiğe sarılıp, lastiğin gazlı kokusunu çeke çeke uyuyan çocukların öyküsünü.
Lastik yok artık. Peki, yoksul çocukların öyküleri yok mu?
İnşallah vardır. İnşallah, önceki gece, mesela mülteci kamplarında ya da başka yerlerde, koynunda bayramlık giysilerle, sevine sevine uyuyan çocuklar olmuştur.
Böyle günlerde, her mahrum ve mahzun çocuğun hesabından bizlere de bir hisse düşeceğinden korkarım.
Benim akranlarım için, bayramın en güzel taraflarından biri sıla-i rahimdir.
Babamla, kardeşlerimle, bilhassa uzun zamandır göremediğim dostlarımla buluşmaktır.
Bu bayram da gittim babamın yanına.
Kardeşlerim de oradaydı.
Annemin yokluğunu sürekli hissetsek de, o hüzünle karışık Bayram sevincini tattık.
Sabah, bayram vaazını babam yaptı.
Babamın sohbetinden hazzediyorum. İçinden geldiği gibi söylüyor babam. Dini, insanların kafasına vurur gibi anlatmıyor.
Sohbetinin sonuna doğru dedi ki, “Memleketin nüfusunun yarısı kadın. İbadetlerden, Bayram namazlarından Cuma namazlarından kadınları men etmek doğru değil. Camilerin, kadınların da bu günlerde namaz kılmasına müsait hale gelmesi lazım.”
Bizim köyde, Cumaları, cami tam olarak dolmuyor.
Bazı cumalarda 5-10 kadının caminin arka bölümlerinde namaz kıldıklarını görüyorum.
***
Başka köyde rastlamadım kadınların cumaya katıldığına.
Fakat, Bayram namazlarında kadın yok.
Konuyu özellikle incelemiş değilim. Babamın dediğine göre, Peygamberimiz kadınları men etmemiş, Cumalardan, Bayramlardan.
Halbuki, Cuma ayeti “Ey iman edenler” diye başlıyor. “Ey iman eden erkekler” diye başlamıyor.
İslam’ın kadınlara nasıl baktığına dair bir bahis açıldığında söylenecek çok şey buluruz.
Hz. Hatice’nin ticaretle meşgul olduğundan, Hz. Aişe’nin ilminden, çok miktarda hadis rivayet etmesinden, İslam’da kadının çocuğunu bile emzirmeye mecbur olmadığına kadar bir çok misaller verebiliriz.
(Bu arada, Hatice annemizin cahiliye toplumu içinde ticaret yaptığını da unutmayalım.)
Veya, Peygamberimiz’in, eşimizle, ehlimizle iyi geçinmemizi istediğini, onlara iyi davranmamızı tavsiye ettiğini söyleyebiliriz.
Bunlar, kadının hiçe sayıldığı, insan yerine koyulmadığı bir cemiyette kadının lehine misallerdir ve çok güzeldir.
Fakat, bugün, sorgulayıcı bir zihne sahip, özeleştiri kabiliyeti olan Müslüman kadınlar veya erkekler açısından ne kadar tatminkar olabilir?
Benim görebildiğim kadarıyla, biz Müslümanlar, kadının o çağlarda dünyanın başka yerlerinde de aşağı yukarı geçerli olan statüsünü baz almışız.
Yakın zamanlara kadar, o ‘statü’ ile, veya o statünün biraz üstü ile idare etmişiz.
Belki geçen yüzyılın ortalarına kadar o statü ile idare edilebilirdi.
Mesela, benden bir önceki kuşak, kız çocuklarının doğru dürüst bir eğitim almasına bile lüzum görmedi.
Büyük çoğunluk, kızlarını okullara bile göndermedi.
Belki ilkokulu devlet zoruyla okuttular. Fakat daha ilerisine nadiren geçtiler.
Sadece eğitim alanında değil, iş hayatında, sosyal hayatta, kadınların sessiz, etkisiz bir alanda kalmasını adeta bir kolaylık olarak tercih ettiler.
Kendimizi istisna görmeyelim. “Ettik” demek daha doğru.
Şu anda, şu içinde bulunduğumuz devirde, kadınlar için çizdiğimiz ‘geleneksel’ hattın kendiliğinden aşıldığını görüyorum.
Kendiliğinden. Yani fukahanın, ilahiyatçıların, alimlerin, hatta Müslümanların lisanında, fikrinde bir değişiklik, bir ilerleme olmaksızın.
Kadınların bu hattı aşmasını pozitif bir gelişme olarak görüyorum.
Zihni açık olanlar için teşvik edici.
Eğer ilim ve fikir sahipleri önlerindeki kitaplara daha ciddiyetle bakmazlarsa, Kur’an-ı Kerim’i ellerini vicdanlarına koyup yeniden okumazlarsa çok geç kalacaklar.
(Bu dediğim elbette önünde kitap olanlar için geçerli. Ezberden konuşanlara diyeceğim yok.)
Kadınlar, kendi başlarının çaresine bakacak duruma ya geldiler, ya gelmek üzereler.