Daha önce de siyer okumuştum. Zekai Konrapa’dan Asım Köksal’a, Hamidullah’a kadar... Ama hala eksiklerim var.
Siyer kitaplarından şikayetçiyim. Genellikle sorunsuz bir tarih anlatıyorlar. Kimsenin kimseyle ihtilafı yok, her şey yerli yerinde. Sorunlu alanlara girdiklerinde çok itinalı giriyorlar. Bir tarafın haklı diğer tarafın haksız olduğu durumlarda bile orta yolu buluyorlar!
Eğer hayatınızın bir döneminde açık sözlü bir tarihçiye rastlamazsanız İslam tarihinin dikensiz gül bahçesi olduğunu sanırsınız.
‘İlk Bahar’ı Atasoy Abi (Müftüoğlu) göndermiş. (Vadi Yayınları.)
‘Bu da bir siyer’ dedim önce. Okur muyum? Atasoy Abi gönderdiğine göre okumaya değiyordur. Bir de müellifin adı dikkatimi çekti. Wadah Khanfar. Hiç yabancı değil.
Biyografisine bakınca anladım ki bu benim tanıdığım Khanfar. El-Cezire’den biliyorum. Al-Sharq Forum’dan biliyorum.
Fakat bir siyer kitabı yazdığından haberim yoktu.
Tamam, okuyacağım, dedim, okudum.
Kitabın kapağında belirtildiği gibi ‘stratejik ve siyasi bir okuma.’
İslam’ın doğduğu günlerdeki dünya siyasetine, Doğu Roma’nın ve İran’ın çekişme alanlarına dikkatlice bakmaya gayret etmiş. Çevre ülkelerin, Yemen’in, Habeşistan’ın konumunu etraflıca anlatmış.
İslam’ın, büyük güçlerin çekişmesinin şiddetli olmadığı, iki güçten de yeterince uzak Hicaz bölgesinde doğmuş olmasını öteden beri önemli bulurdum. ‘İlk Bahar’ başka kitaplarda karşılaşmadığım bazı bilgi ve analizlerle bu kanaatimi pekiştirdi.
Yeterince vakıf olmadığım bir konu hakkında da ilave bilgiler edindim.
Ben, Peygamberimiz’in asrında Mekke’deki ve Arap Yarımadası’ndaki statükonun, ticari aktivitenin, kabile düzeninin, öteden beri var olduğunu düşünüyordum.
Gördüm ki, Mekke’yi Peygamberimiz’in doğduğu asırdaki dinamizme taşıyan, Kureyş kabilesinin konumunu yükselten, Harem’deki vazifelerini tesis eden, Darü’n Nedve’yi kuran ve Mekke’deki ticari hayatı canlandıran Kureyş’in eski liderlerinden Kusay Bin Kilab’ın aşağı yukarı bir asır önce attığı adımlardır.
Tabii ki Kusay’ın oğlu Abdumenaf’ın ve Abdumenaf’ın oğlu Haşim’in rolünü de ihmal etmemek gerekiyor.
Böyle bakınca Mekke’nin Peygamberimiz doğmadan önce Peygamberimiz için hazırlandığını bile düşünebilirsiniz.
Kusay’ın tesis ettiği Mekke düzeninin unsurları Peygamberimiz’in hayatı süresince etkili oluyor. Khanfar, bu yapının etkilerini kitabın sonuna kadar dikkatinden kaçırmıyor.
Şunu da biz ekleyelim. Bu yapı Peygamberimiz’in irtihalinden sonraki ihtilaflarda da (Cemel, Sıffin, Kerbela) büyük rol oynuyor.
Khanfar, Peygamberimiz’in savaşlarını, muahedelerini, başka kabilelerle ve başka güçlerle kurduğu temasları önceleri ve sonralarıyla, stratejik bir bakış açısıyla değerlendiriyor.
Tafsilata girmeyeceğim. Tafsilatı, ilgilenenler kitaptan okusun.
Bu kitapta daha çok dikkatimi çeken Khanfar’ın kitabın sonunda, “İyilik gelecekte bekliyor” başlığı altında yazdıkları.
Ümit verici bir başlık değil mi? İyilik gelecekte bekliyorsa çok iyi.
“Çoğumuz epistemik bir kriz yaşıyoruz. Yöntem olarak geçmişte olanı benimsiyor ve güzel buluyoruz, pratikteyse şimdiyi yaşıyor ve sevimsiz buluyoruz.”
Mutlaka Khanfar gibi tarif etmek zorunda değiliz. Ama ‘şimdi’ dediğimiz şeyden şikayetçi olduğumuz ortada.
Bu bölümde, benim ‘şizofren laiklik’ başlığı altında tarif ettiğim kişilik çatlamasının daha hafif bir versiyonundan, gündelik hayatımızda sık sık yaşadığımız, gerçekliğin idealle çatıştığı bir ‘şizofreni durumu’ndan bahsediyor Khanfar. Bu şizofreniyi de ‘tehlikeli ve zararlı’ görüyor.
“’Yeni’den korkanların onu iki yoldan biriyle aşmaya çalıştıklarını görürüz. İlki sürekli suçluluk duygusu, karamsarlık, gerçekliğin reddi ve hoşgörüsüzlük olarak kendini gösterir. Bu noktada ‘yeni’ye karşı direniş ve mevcut durumu -şiddet kullanarak da olsa- miras alınan ideal modele göre yeniden inşa etme çabası görülmeye başlar.”
“İkinci yöntem, pratik yaşamı manevi ve itikadi yaşamdan tamamen ayırarak şizofreniyi kurumsallaştırmaya çalışır, böylece zaman zaman pratik yaşamdan bağımsız bir şekilde manevi izolasyon içinde yaşar.”
“Sorun her iki yöntemle de çözülemeyecek, ne tarihsel örneği yeniden üretme girişimi ne de şizofreniyi kurumsallaştırma girişimi başarılı olacaktır. En iyi ve en doğru çözüm, kişinin bilgi metodolojisinin yenilenmiş gerçeklikle uyumlu olması ve ikilem veya şizofreni içermeyen bir bilgi modeli sunabilecek vizyona sahip olmasıdır.”
Yazması kolay. “İkilem veya şizofreni içermeyen bilgi modeli.”
Anladık diyelim. Nasıl yapacağız?
Bu konuda da fikri var Khanfar’ın.