Buraya kadarki cümlelerin konumuzla bir ilgisi yok. Hatırıma geldi, anlatmış oldum. Devam edeyim.
Aydın Usta’nın eşi Nebahat Hanım anneciğimin arkadaşıydı. Nebahat Abla’nın bir kardeşi vardı. Adı Nedim’di.
Nebahat Abla Nedim’e niye Cuma’ya gitmiyor musun mu demiş, buna benzer bir şey söylemiş.
Nedim de “Abla sen ne diyorsun, ben camiye gitsem cami üstüme yıkılır” demiş.
Niye yıkılacaktı cami Nedim’in üstüne?
Nedim günahlarından korkuyordu. Allah’tan uzak durmaya çalışıyordu. Ya da uzak durabileceğini zannediyordu.
Muhtemelen caminin çok nezih bir mekân olduğunu düşünüyordu. Allah’ın evi.
Kendisini caminin kapısından içeri girmeye layık görmüyordu.
Eskiden söylenirdi bu laf, şimdi kimseden işitmiyorum.
Neden şimdi söylenmiyor?
Şundan olabilir mi?
Mesela, sabah yetim hakkı yiyorsun, öğleyin camiye gidiyorsun.
Cami sana bir şey yapmıyor, kızmıyor, bağırmıyor, üstüne yıkılmıyor.
Sen de işlediğin günahtan dolayı bir sıkıntı hissetmiyorsun.
Camiden çıkarken bir ferahlık. Hele de kapıda bir dilenciye üç beş kuruş verirsen… Yediğin yetim hakkı temizlendi. Huzurlusun.
Böyle oldu artık.
Peki camiler mi değişti, insanlar mı?
Camilerin, kapısından giren günahkarların üzerine yıkılmak gibi bir adetleri eskiden de yoktu.
Yani camiler değişmedi.
İnsanlar biraz değişmiş olabilir.
İnsanlarımız, camilerin günahtan dolayı yıkılmadığını anlamış ve eski, saf insanların hissettiği metafizik korkuya karşı bağışıklık kesp etmiş olabilirler.
Geçen hafta İsrail askerlerinin baskın yaptığı Cenin’deki cami de İsrail askerlerinin üzerine yıkılmadı.
Fakat Cenin’de bir başka Cami, 22 Ekim’de İsrail hava saldırısında yıkıldı.
Yani bomba atınca yıkılıyor, günahkârlar, katiller içine girince yıkılmıyor. Durum bu.
Camilerin, içine günahkârlar girince yıkılmaması normal, bundan dolayı imanımızın sarsılması gerekmiyor.
Yezit’in askerleri de Mescid-i Haram’a girdiklerinde bir şey olmamıştı.
İsrail askerlerinin Cenin’deki camide kürsüye çıkıp Yahudi duası etmeleri yine de zihnimi meşgul etti.
Merak ettim, katil askerler camide ne okudu diye.
‘Shema Yisrael’ diye bir dua okumuşlar.
“Dinle İsrail.”
Yahudiliğin en eski duasıymış, sabah ve akşam okunurmuş. “Yattığın zaman ve uyandığın zaman.”
Metnin başında şöyle yazıyor:
“Lütfen dikkat, bu sayfa Tanrı’nın adını içeriyor. Eğer çıktısını alırsan uygun şekilde saygı göster.”
Yani duanın yazılı haline hürmet göstermelisin ama Allah’ın kullarını haksız yere öldürmende bir sakınca yok.
“Dinle İsrail, Rab bizim Tanrımızdır. Rab birdir.
O’nun muhteşem krallığının adı mübarektir. Sonsuza kadar.
O’nu bütün kalbinle ve ruhunla seveceksin
Ve bütün gücünle”
Böyle devam ediyor dua.
İçeriğinde Allah’ın yüceliğini ihlal anlamına gelecek bir ifade yok.
Hatta askerlerden biri cami hoparlöründen anons yaparken Arapça “La havle vela kuvvete illa billah” bile diyor.
Bu askerler gece gündüz insan öldürüyor.
İsrail’in bombalarıyla yanan küçücük bebekler her gün gözümüzün önünde can çekişe çekişe ölüyor.
Hastaneleri bombalıyorsun, camileri yıkıyorsun, her türlü pisliği yapıyorsun… İnancın böyle şeyleri yapmana mâni olmuyor.
Duada bahsettiğin ‘tanrı’ Musa’ya vahyeden Tanrı olamaz.
Olmayan bir tanrıya iman ediyorsun. Bebekleri öldürmeni teşvik eden.
Ya da… Allah’tan da kuldan da utanmıyorsun.
Haberi okuduğum sitede yorumlar var. İsrail’e beddua ediyorlar, camiyi çiğneyen İsrail askerlerine sövüp sayıyorlar.
O yorumların arasında en çok bir Azerbaycan Türkünün yorumunu beğendim. Şöyle diyor:
“Qardaşlar biz Felestin qardaşları yalnız bıraktık şimdi de Allah’tan onlar için yardım istiyoruz. Bir sorum var bu herkese şamil biz yardım etmediysek Allah bizim dualarımızı kabul eder mi sizce? Bir komşunun evi yanıyor biz söndürmesek ne olur? Yanıp kül olur, düz mü? Onu da Allah’tan yardım istersek biz o zaman ne işe yararız?”