İslam İş birliği Teşkilatı’ndan çok önemli kararlar alındı ve bu önemli kararların çoğu bizim teklifimizle ortak bildiriye girdi.
Aklımda böyle kalmış.
Ama tembellik etme, yanılıyor olabilirsin, zahmet olmazsa bir bak.
Baktım. İİT ve Arap Birliği’nin müşterek toplantısından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan uçakta gazetecilere konuşmuş.
İlgili cümlesi şöyle:
“Hemen hemen icrayla ilgili bütün teklifler bizden geldi. Gerçekten çok fazla eylem noktası içeren, bugüne kadar hiç söylenmemiş, yerleşimcileri terörist olarak tanımlayan, hatta jeostrateji üreten bir metin var burada.”
Geçen sene Kasım ayında yapılmıştı toplantı.
Herhangi bir neticesi oldu mu? İslam İş birliği Teşkilatı’nın ya da Arap Birliği’nin sevap hanesine yazılacak?
Maalesef yok.
Suudi Arabistan şu anda Filistin için ne yapıyor mesela?
Ya da Ürdün.
Muhtemelen, İran İsrail’e füze falan atarsa havada nasıl yakalarız diye düşünüyorlardır.
Hani Voltaire demiş ya Batı Roma yıkıldıktan sonra Almanya ve civarında kurulan ‘Kutsal Roma İmparatorluğu’ İçin.
“Kutsal değildi, Roma değildi imparatorluk bile değildi.”
“Şimdi birisi kalksa… “İslam değil, iş birliği değil, teşkilat bile değil” dese en azından Voltaire kadar haklı olur.
Mesela biz, Türkiye olarak İsrail’le olan ticaretimizi bile durduramadık.
Ticaret bakanımız Ömer Bolat çırpındı durdu, malların hepsi İsrail’e gitmiyor, bir kısmı Filistinlilere gidiyor diye.
Abi biz, İsrail’e kızıyoruz, Filistin’in tarafını tutuyoruz, ticaretin bununla ne alakası var?
Hayır, bu kısmı Ömer Bolat söylemedi. Lisan-ı hal ile devletin tamamı söyledi.
Medya da yazmıyordu, çünkü haberin tamamı yârin zülfüne dokunuyordu.
O günlerde Karar’ın ısrarlı yayınları olmasa kimsenin haberden haberi olmayacaktı.
Sonra büyük fedakârlık yaptık, durdurduk ticareti!
Durdurduk mu gerçekten?
Civar ülkelerden ihracata devam ettiğimize dair söylentiler var, peşine düşmeye değer.
Ama biz durdurduğumuzu farz edelim. Neden 7 ay bekledik?
Acil dolar mı lazımdı? Ya da şekel?
Cari açığımızı o günlerde İsrail’e yaptığımız ihracatla mı kapattık?
Zaman zaman Gazze’deki soykırım dolayısıyla İsrail’i protesto eden gençleri yaka paça ellerini arkadan kelepçeleyerek gözaltına aldık.
“Filistin İçin Bin Genç” hatırlarsınız. İçlerinde her ideolojiden gençler var.
Neden o kadar sert davrandık, kimseye vurmadılar, kimseyi kırmadılar, niye o kadar öfkelendik?
Gençlerin eylemleri bizim gevşekliğimizi görünür hale getirdiği için mi?
Hayır, hayır, bu can pazarında, bu katliamda, bu bütün ölçüleri parçalayan vahşi kıyamette yetkililerimizin İsrail’in tarafını tuttuğunu söylemeye çalışmıyorum.
Yoktur öyle bir şey.
Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail’in vahşetini durdurmayı samimi olarak istiyordur.
Hiçbir söylemi İsrail’in yaptıklarını olumlamıyor.
Ama neden böyle oldu? Neden kendisiyle bu kadar çelişti?
Neden ticareti durdurmak için 7 ay bekledi?
Neden İsrail’i Uluslararası Ceza Mahkemesine biz veremedik?
Helal olsun! Güney Afrika başardı bunu.
Mesela Çin, Filistin’deki bütün grupları bir araya getirdi ve aralarında Hamas ile el-Fetih’in de bulunduğu 14 Filistinli örgütün “ulusal birlik” anlaşması imzalamalarına aracılık etti.
Bizim var mıydı böyle bir teşebbüsümüz?
Denedik de başaramadık mı? Yoksa aklımıza mı gelmedi?
Neyse ki, biraz gecikerek, Nikaragua, Kolombiya, Libya, Meksika, Filistin ve İspanya’dan sonra müdahillik talebinde bulunabildik.
Bu bir başarı değil, zafer hiç değil.
Hikâyenin bugüne kadarki kısmı bütün ‘İslam’ ülkeleri için utanılması gereken bir mağlubiyete baliğ oluyor.
(Voltaire’in kullandığı vezinle derkenar ettiğim ‘İslam değil, iş birliği değil, teşkilat bile değil’ cümlesi yine dursun kenarda.)
Ama, Türkiye’nin müdahillik başvurusu Filistin’in tarafında olduğunu tescil ettiği, kayda geçirdiği resmi bir muamele olarak kıymetli.