Lise edebiyat derslerinde, bizim zamanımızın hafif sola meyilli edebiyat öğretmenleri Divan Şiiri’ni pek güzel anlatmazlar.
Hasbelkader müfredata konulmuştur, işleyeceklerdir ama, işlerken biraz dokunduracaklardır.
Hayal mahsulü, gerçekçi değil. Kış ortasında yazı, yaz ortasında kışı hayal ederler, dili ağdalıdır, saray dilidir falan filan diye, okumaktan, caydıracak şeyler söylerler.
Baki’nin muhteşem Sonbahar gazeli için bir edebiyat hocamızın böyle yorumlar yaptığını hatırlıyorum.
Söylediğim, maalesef genel bir eğilimdi.
Yine de biz, o hocalarımızdan çok şey öğrendik. Kalbimde hiç birine yönelik kötü duygular yok. İyiliklerine duacıyım.
Fakat, aynı hocalarımız, Tanzimat, Servet-i Fünun dönemlerinde birden sevecenleşirler.
Halbuki bu dönemlerin lisanı da evvelkiler kadar ağırdır. Hatta bazen daha ağır.
Hem de şiiriyetleri eski şiire nazaran noksandır.
Şinasi’yi, Tevfik Fikret’i, ballandıra ballandıra anlatırlar.
Anlatsınlar. Bir diyeceğim yok.
Anlamadığım, Ziya Paşa’yı niye baştan savarlar?
Şinasi’den Abdülhak Hamid’e kadar geçen dönemde –Mehmet Akif’i hepsinden ayrı tutmak kaydıyla- benim favorim Ziya Paşa’dır.
Tok sözlü bir şair, Ziya Paşa.
Mısralarını fazla tahlile gerek yok. Hem anlaşılır, hem dobra dobra söylemiş.
***
Daha okula gitmezken, babamın müezzinlik yaptığı Davut Paşa Camii’nin imamı Mustafa Sak Hoca’nın, cami avlusunda gürültü eden çocuklara “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir/Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” dediğini hatırlarım.
Sonradan, ehl-i irfanın sohbetlerinde ne kadar çok işittik Ziya Paşa’nın beyitlerini...
Yine aynı şiirden (Terci-i Bend.)
“Bed asla necabet mi verir üniforma
Zerduz palan ursan eşek yine eşektir” (Necabet: Asalet. Zerduz: Altın işlemeli.)
Gerçekten, içinde ‘üniforma’ geçen bir beyit için oldukça sert.
Ya şuna ne diyeceksiniz? Yeteri kadar sert mi?
“Milyonla çalan mesned-i izzete serefraz
Birkaç kuruşu mürtekibin cayi kürektir”
(Serefraz: Başı dik, yüksek. Cay: Yer)
Bu beyitin Terkib-i Bend’de bir kardeşi var. Demek dert çokmuş o devirde!
“Sirkat çoğalıp lafz-ı sadakat modalandı
Namus tamam oldu hamiyyet yeni çıktı”
İslam ile Batı arasında gel-gitleri olduysa da, bir ayağı bizim tarafta sabit kalmış Ziya Paşa’nın.
Diyor ki mesela:
“İslam imiş devlete pâ-bend-i terakki
Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı.” (Terci-i Bend.)
(Pa-bend: Ayak bağı.)
Bizim, Batı karşısında gerilediğimiz zamanların tanığı. Görüyor her şeyi. Yürek sızısıyla şu beyti söylüyor:
“Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm
Dolaştım mülk-i İslamı bütün viraneler gördüm.”
Bunu şimdi biz de söylüyoruz değil mi?
Ziya Paşa’nın şiiri, rejimin, şunun bunun ittirmesiyle gelmedi bu günlere. Milletin içinde, sözün kendi kuvvetiyle yaşadı.
Beyitleri bu yüzden bugün dahi dost meclislerinin tuzu biberidir.
Belki tuzundan çok, biberi...
Lisanımıza nasıl yerleşmiş mısraları, atasözü gibi.
***
“En ummadığın keşfeder esrar-ı derunun
Sen herkesi kör alemi sersem mi sanırsın?”
Şu beyitleri, bilhassa son ikisini babamdan defalarca işitmişimdir.
“Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim
Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzerinde”
Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat
Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”
(Reh-güzer: Yolüstü, yolboyu. Teseyyüb: İhmal, kayıtsızlık.)
Güzel nasihat:
“Pek rengine aldanma felek eski felekdir
Zira feleğin meşreb-i nasazı dönekdir”
(Nasaz: Ters, uygunsuz.)
El-hak. Zamanımızda da bir sürü şey nasıl da dönüyor!
Ve bildiğimiz halde ihmal ettiğimiz acı hakikat. Nasihat olarak, hepimize yeter. (Hadi
başkasının işine karışmayayım, bana yeter.)
Okuyan sussun.
“Dehrin ne safa var acaba sim ü zerinde
İnsan bırakır hepsini hin-i seferinde.”
(Dehr: Alem. Sim ü zer: Gümüş ve altın. Hin-i seferinde: Öldüğü vakit.)