İnkılap’tan önceki İran, Türkiye’ye daha çok Şah Rıza Pehlevi, Süreyya ve Farah Diba magazini olarak yansıyordu.
Bizim Türkler Süreya’nın tarafını tutardı.
Emel Sayın’ın İran konserleri, hala kulaklarımızda kalan Farsça şarkıları, siyasetten daha çok konuşuluyordu.
İnkılaptan sonra magazinin köküne kıran girdi. Bir damla arasan yok.
Büyük hadiseydi İnkılap.
Birçok şeyi değiştirdi.
Amerika ‘Büyük Şeytan’ oldu.
Doğal olarak, İran da Amerika’nın büyük şeytanı oldu.
Şeytanın mezhebi ‘Şiilik’ti.
Sünniliğin, Sünniler arasında bile uzlaşmacılıkla, itaatkârlıkla bağdaştırıldığı, devrimin ancak Şia’ya yakıştırıldığı zamanlardı.
Merak etmeyin bütün analizler dört başı mamurdu.
ABD’nin Tahran Büyükelçiliğinin İranlı öğrenciler tarafından işgal edildiği günlerde Amerika, elçilikteki rehineleri kurtarmak için operasyon yapmaya teşebbüs etti.
Amerikan askerlerini taşıyan helikopterlerden biri esrarengiz bir şekilde Tebes çölüne düştü. İmam Humeyni’nin bu olayı Kur’an-ı Kerim’de geçen Fîl hadisesine benzettiğini hatırlıyorum.
Saddam Hüseyin İran’a saldırtıldı.
Batılıların böyle işlere kalkıştıklarında taşeron bulmakta zorluk çekmemeleri dikkat çekicidir.
Ama zannedilmesin ki bugüne mahsus bir özelliktir. Tarihin her döneminde kullanışlı adamlar bulunur.
Yeter ki gücün kuvvetin, paran pulun olsun.
Yeter ki aradığın adam paraya sıkışsın.
İran muhakkak yorulmuştur bu kabil saldırılardan.
Fakat ayakta kaldı, bu bir gerçek.
Ayakta kalmasını siyasi maharetine mi borçlu, diplomatik kapasitesine mi, petrole mi, nüfusuna mı?
Aslında dördüne birden.
Zaman içinde batı ‘Şeytan’ın mezhebini değiştirdi.
El-Kaide ve türevleri ABD’nin iradi ya da gayrı iradi katkılarıyla zuhur etti.
Şeytan Sünni oldu.
Özellikle Obama döneminde İran çok avantajlar elde etti.
ABD işgalindeki Irak, koca bir coğrafya, İran’ın nüfuzuna terk edildi.
(İran’ın nüfuz alanını genişletmesini, Obama’nın Şii kökenli olmasına bağlayanlar bile oldu. Ben de bir iki metinde gördüm ama dayanaksız, mesnetsiz.)
Aynı dönemde İran Yemen’e doğru sarktı ve bir hakimiyet alanı oluşturdu.
Şu anda orada Suudilerle karşı karşıyalar. İki taraf da Yemen’de Müslüman kanı döküyor.
(Sorsak belki izah ederler. İzahları da mazeretleri de on para etmez!)
Obama yönetimi İran’la nükleer anlaşmayı bile kabul etti.
Ambargo neredeyse kalkacaktı. İran’da bir ara bayram havası esti.
Trump gelince, ABD’yi bazı konularda eski ayarlarına çekti.
İsrail rejiminin İran düşmanlığı ABD dış politikasına mot a mot tercüme edildi. Veya monte edildi.
İran tehlikesine karşı kökleri biraz maziye dayanan bir Arap Paktı da oluştu zaman içinde.
Suudi Arabistan, Mısır, BAE.
İsrail’in melekleri!
Bu pakt bir-iki eksik bir-iki fazlasıyla 80’lerde de vardı.
Prens Selman pakta renk kattı.
Trump kah okşuyor kah tokatlıyor. Paktı kıvamında tutuyor.
Türkiye’yi de, maddi sıkıntılardan, siyasi darboğazlardan, müttefiklerle askeri ihtilaflardan (bilhassa S 400) illallah ettiği bir sırada, biraz havuç biraz sopayla pakta dahil ederse aliyyül ala olur!
Böylece, Sünnisiyle, Şiisiyle, ümmet olarak ehl-i salibin razı olacağı çizgide hizalanırız.
(İnşallah o hizaya gelmeyiz.)
Allahu Teala bu halimizden razı olur mu?
‘Razı olur’ diyecek bir sürü ‘kaba softa ham yobaz’ mollamız, ulemamız, yazarımız-çizerimiz çıkar.
Öyle ilerledik ki, her yanlışa, her haksızlığa, her yolsuzluğa, her saçmalığa fetva verebilecek seviyeye geldik. Sen mevzuyu söyle, fetva kolay!
Trump’ın yağıp gürlemesi, İran’a saldırma mesajları vermesi zannediyorum paktın Arap üyelerini coşturmak için.
Para istemenin yolunu yapıyor olabilir.
İran’a saldırır mı ABD?
Bunu, başaracağına ve maliyetinin de katlanılabilir olacağına inandığı bir zamanda yapmak ister.
Şu zaman o zaman değil.
İran’ın eli kolu devrimin ilk yıllarında olduğundan daha uzun.
Girmesi başka türlü zor olur, çıkması başka türlü.
Bulaştın mı sonunu getiremezsin.