Felaketin azameti karşısında ne hissedebilirsiniz?
Acı. Cehennem ateşinden yeryüzüne, insanların içine düşen bir parça gibi yakıcı bir acı.
Hüzün. Kendi ağırlıklarının bin misli ağırlıkta beton blokların altında ölüm kalım mücadelesi veren binlerce belki de on binlerce insanın halinden hissemize düşen hüzün.
Anlayabilir miyiz onları?
Anlayamayız.
Marmara depremi yaz mevsiminde olmuştu. Yatağı yorganı parklara, bahçelere sermiş, uyuyabildiğimiz kadar uyumuştuk.
Şimdi kış. Enkazın altı da soğuk dışarısı da soğuk.
Televizyon ekranına bakarken bile üşüyorsunuz.
Kapının arasından sızan küçücük bir soğuktan paniğe kapılan insanlar, yani bizler ne kadar anlayabiliriz oradaki üşüyen, titreyen çocukların, annelerin, babaların, oğulların, kızların, çaresizliğini?
Enkazın altındakiler betonun altında ölmediyse soğuktan öldü.
Olmaz ki ölümün ‘empati’si!
Hangi kelimeyle paylaşabiliriz? Bütün dillerdeki acıya, hüzne, merhamete dair kelimeleri bir araya getirsek tek bir kişinin feryadına, umarsızlığına yaklaşabilir miyiz?
Bu şehirlerin hepsini biliyorum. Gaziantep’i, Kahramanmaraş’ı, Hatay’ı, Diyarbakır’ı, Adana’yı, Urfa’yı, Malatya’yı, Adıyaman’ı…
Kiminde az, kiminde çok hatıram var.
Ne olmuş hatıram varsa?
Şimdi yıkıldı hepsi.
Ah! Hatıram olmasaydı da bu şehirler yıkılmasaydı.
Bir de acz. Felaket büyüdükçe büyüyen acz.
Evvela kendi aczim. Sonra insan olarak, insanlık olarak hepimizin aczi.
Devletin aczi. Siyasetin aczi.
Köylere, kasabalara ulaşılamıyor. Hatayspor’un teknik direktörü Volkan Demirel ekranlarda ağlıyor,
“Yardım, Allah rızası için yardım!”
Bizi de ağlatıyor.
Oraya gidemediğin kadar acizsin.
(“Kıyamet gününün geldiğini düşündüm” demiş Demirel. “Arzın dehşetli bir zelzeleyle sarsıldığı” günün. Doğru düşünmüş.)
‘Deprem öldürmez, çürük binalar öldürür’ lafından hepimizin haberi var.
O zaman bırakma hiçbir yerde çürük bina, hepsini sağlam yap, yaptır.
Yaptırmadığın kadar acizsin.
Hayır, siyaset yapmıyorum.
Bütün siyasetler, evvelkiler, sonrakiler, bütün iktidarlar yapmadıkları kadar, ihmal ettikleri kadar mesul.
Kader?
Doğru, kader.
Ama ‘biz yapmadık, Allah yaptı’ demek istiyorsan ‘kader’ lafıyla….
‘Biz mesul değiliz’ demek istiyorsan.
Yanlış anlamışsın kaderi. Yanlış iman etmişsin.
Kaderden mesulüz.
Kaderin, kendi fiilimizle ya da fiilsizliğimizle imal ettiğimiz kısmından mesulüz.
İnşaatları ‘kader’ mi yaptı? Öyle çürük, eksik?
Biz yaptık.
Yaptığın daireyi satarken parasını alıyorsun.
Cebine indiriyorsun.
Helal ü hoş olsun, eğer doğru yaptıysan.
Yanlış yaptıysan, çürük yaptıysan çürük yapmanın vebali de boynuna asılır o zaman.
100 metrekarelik çürük dairenin sağlam olarak yapılması karşılığında iki daire istiyorsan… Verilmeyince imza atmam diye diretiyorsan…
Senin inadın ve tamahkarlığın yüzünden enkaz altında kalanların vebali de boynuna asılır.
Devletsen, sağlam yaptırmamanın vebali, alimler ‘burada deprem olacak’ diye uyardığı zaman kulak asmamanın vebali de boynuna asılır.
Büyük felaket.
Çırpınan insanlar var, o soğukta enkaz başında can kurtarabilmek için.
Vazifesini yapan insanlar var, siyaset gözetmeyen, insan gözeten, sivil, asker, polis…
İmkanlarını seferber eden insanlar var, parasıyla, canıyla…
Allah onlardan razı olsun.
Allah millete yardım etsin.