Taksim’e çıktığın zaman etrafına bakınca ne görürsün? Hafızamı yokluyorum. Kayda değer iki bina geliyor gözümün önüne.
Biri The Marmara. Öteki AKM. Açılmış şekliyle Atatürk Kültür Merkezi.
İki bina da mimari açıdan iftihar edilecek, dosta-düşmana, ‘Bakın bizim böyle eserlerimiz var’ diye gösterilecek binalar değil.
Otel, oteldir nihayet. Yapılmış orada duruyor. Kimse de değiştirilecek, yerine yenisi inşa edilecek falan demiyor.
İstiklal’den meydana doğru yürürken görüş açısının dışında kaldığı için ilk anda göze çarpmıyor.
Fakat, AKM, sağ çaprazda, kocaman görünüyor.
Hele Gezi Parkı’na doğru yürüdüğünüz zaman, sağ tarafta duvar gibi yükseliyor.
2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti programı çerçevesinde yeniden inşası gündeme geldiği zaman kıyamet kopmuştu.
Bir sürü yazar çizer, canlı kalkan oldu AKM binasını müdafaa için.
Acaba nesini müdafaa ediyorlardı AKM binasının?
Paris’te, İstanbul 2010 ajansının bir çalışmasında tartışıldığını hatırlıyorum. Ben de o basın toplantısındaydım.
Orada da, bir iki gazeteci müdafaa sadedinde konuştular.
Ben de söz aldım.
“Herhalde çirkin bir bina olduğu için bu kadar müdafaa ediliyor” dedim.
Fakat, o günlerde çıkarılan gürültü galip geldi.
AKM, atıl halde, bütün cüssesiyle orada kaldı.
***
Ne cazibesi olabilirdi o binanın?
Tarihi değer? Zannetmiyorum. 1969’da inşaatı biten bir binanın antika sınıfına girmesi için çok özel bir mimarisi olması gerekir.
Yok öyle bir mimari.
Taksim’de miting, gösteri vesaire olduğu zamanlarda AKM’nin meydana bakan cephesine dev posterler, afişler, pankartlar falan asılır.
Meydan kalabalık olsun olmasın, AKM’nin duvarında sergilenen posterlerin heybeti meydanın havasını etkiler.
Aşağıda, meydanda toplanan gruplar, fraksiyonlar, AKM’nin duvarlarında gördükleri resimlerden, yazılardan mutlu olurlar.
(Farkındayım, biraz ‘düz’ ifadelerle anlattım. Anlatımı çetrefilli bir hale getirseydim de, darası çıktıktan sonra geriye bu ‘düz’ ifadeler kalırdı.)
Aşağıda kalabalık ve AKM’nin duvarında pankartlar, posterler.
Bu görüntü olabilir mi müdafaa edilmek istenen? Bir tür nostalji, bir tür muhafazakarlık?
Olabilir.
AKM binası, talihsiz bir bina.
Temeli 1946’da atılmış ama belediye inşaatı yarıda bırakmış. Kültür Bakanlığı’na devredilmiş. İnşaat temel atıldıktan 23 sene sonra bitmiş. İstanbul Kültür Sarayı adıyla açılmış.
Büyük Tiyatro adamı Muhsin Ertuğrul, o günlerde Cumhuriyet Gazetesinde ‘Saray’ adını eleştirmiş. “Böyle yerlerin adı, yamalı pantolonumu ve yarı boş midemi ürkütmemeli. Biraz kendimize uygun, alçakgönüllü bir ad aramalıydık” demiş.
1970’te, Cadı Kazanı oyununun temsili sırasında yangın çıkmış ve bina harap olmuş. Tamiri 8 sene sürmüş.
2008’de AKM’de kültürel faaliyetlere son verilmiş.
Bina eskidiği için. Yenilenmesi gerektiği için.
Sonra o malum itirazlar.
***
Şimdi, AKM yenileniyor.
Binanın eski mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu, babasının projesine hürmet göstermiş, bazı çizgileri muhafaza etmiş.
İnşallah İstanbul’a yakışan güzel bir eser olarak yeniden faaliyete geçer.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni projenin tanıtımında, AKM’nin “Belirli bir elitin geldiği yer olmayacağı”nı söyledi.
Muhsin Ertuğrul’un “Yamalı pantolonumu ve yarı boş midemi ürkütmemeli” sözünden Cumhurbaşkanı’nın cümlesine doğrusal bir çizgi çekebilir miyiz?
Bundan emin değilim.
İki sözün söylenmesine sebep olan saikler farklı olabilir.
Ama şundan eminim.
Binaların dışı, bir şekilde yapılıyor.
Önemli olan içini ‘imar etmek.’
İçini imar etmek için ‘üretmemiz’ gerekiyor.
Ne üreteceğiz?
Fikir ve sanat.
Üretmek için çalışmamız gerekiyor.
Ben, şimdiki halimize bakınca, kolektif olarak teveccüh ettiğimiz yüzeyselliğe bakınca, bizim bu üretim için gerekli zihinsel dinamizmden, üretim için gerekli çalışmayı gerçekleştirecek konsantrasyondan, neyi üretmek gerektiğine dair ‘vizyon’dan, maalesef epeyce uzak olduğumuzu görüyorum.