Ben hala ikna olmadım. İkna olma ihtiyacı da hissetmiyorum.
Neye ikna olmadım?
İki şeye birden.
Kanal İstanbul’un İstanbul’a çok faydalı olduğuna ikna olmadım.
Kanal İstanbul’un, İstanbul’un başına bela olacağına da ikna olmadım.
Fakat şuna ikna olmak üzereyim.
İki tarz-ı siyaset Kanal İstanbul üzerinden birbirlerini tartıyorlar.
İki taraf birbirini tartınca ne olur?
Tartışma olur.
Heyecanlı bir tartışma var ve bu en çok İBB Başkanı İmamoğlu’nun işine yarıyor.
Bazı heyecanlı insanlar olağanüstü bir gayretle Kanal İstanbul’un Montrö anlaşmasının kısıtlayıcı özelliğini ortadan kaldırarak Türkiye’ye büyük avantaj sağlayacağını savunuyorlar.
Ama Montrö’nün ne olduğu konusunda bir şey demiyorlar.
Son olarak Ulaştırma Bakanı Cahit Turhan Kanal İstanbul’dan geçecek gemilerin yılda asgari 1 milyar dolar gelir getireceğini söyledi. Bu benim için yeni bir bilgiydi.
Merak ettim, gemilerin Boğaz’dan geçerken ne ödediklerine baktım.
İstanbul Boğazı’ndan gemi geçiş ücreti 1936’da belirlenmiş.
Türkiye, ağırlığı 800 tona kadar olan gemilerden 0,33 dolar alıyormuş. Daha büyük gemilerden ise her ilave ton başına 0,169 dolar.
Hikaye uzun. Montrö’de geçiş ücretlerinin altın frank üzerinden yapılması kararlaştırılmış. 1936’da 1 frank 0,29 gram altın ediyormuş. Bugün ise altının gramı neredeyse 50 dolar.
Aslında, bu fiyatların günümüze uyarlanması mantıklı.
1983’te Bülent Ulusu’nun darbe hükümeti fiyatları güncellemeye teşebbüs ediyor. Fiyatlar aşağı yukarı 10 kat artıyor.
Bunun üzerine Montrö’nün şartlarından istifade eden bütün ülkeler, başta Rusya, Yunanistan, İngiltere olmak üzere, itiraz ediyorlar.
Ulusu Hükümeti geri adım atıyor. Güncellenmiş fiyat üzerinden yüzde 75 indirim yapıyor. Böylece fiyatlar ilk belirlendiği 1936 fiyatlarına yakın bir seviyeye iniyor.
Fiyatların olağanüstü düşük olması bir yana, her yıl yüzlerce gemi de geçiş ücretini ödemeden geçiyormuş.
Türkiye’nin gelir kaybı 2 milyar dolar civarında.
Gerekçesi gayet makul olan ücret güncellemesine itiraz eden ülkeler -veya şirketler- Boğaz’dan bedava geçme imkanı varken Kanal İstanbul’dan parayla geçerler mi?
Yılda 1 milyar dolardan fazla parayı Türkiye’ye ödemek isterler mi?
Geçiş fiyatlarını güncellemenin maliyeti dışarıdan baktığınızda Kanal İstanbul’u inşa etmekten çok daha ucuz.
Buna rağmen niye güncelleyemiyoruz?
Çünkü içeriden bakınca maliyet yüksek.
Bir görüşe göre, fazla kurcalanırsa Türkiye’nin boğazlar üzerindeki egemenlik hakları bile tartışmaya açılabilir.
Bülent Ulusu hükümetinin geri adım atmasının sebebi de bu. İçeriden bakınca çıkan maliyet.
Görüyorsunuz, bir çok şey, dile kolay, ama yapmaya kolay değil.
Sayfayı çevirelim, depreme gelelim.
Kanal İstanbul depremi tetikler mi?
‘Depremi tetikler’ demek, güzel bir argüman. Etki uyandırıyor.
Hele İstanbul ara sıra uyku kaçıran küçük depremlerle sarsılınca daha da etkili.
Peki mantıklı mı?
Fay hatları, insanların tepinmesiyle, insanların dinamit patlatmasıyla, toprağı eşmesiyle harekete geçer mi?
Hiç zannetmiyorum.
Prof. Şener Üşümezsoy muhtemelen doğru söylüyor. Kanal’ın depremi tetikleme ihtimali çok zayıf ihtimal.
Ayrıca, İstanbul depreminin ekstra bir tetiklemeye ihtiyacı yok.
İstatistikler, tarihi gerçeklikler ve jeolojik veriler, depremin iyice yaklaştığını, an meselesi olduğunu söylüyor.
Yani bizler, bütün İstanbullular, bugünden itibaren hiç horon tepmesek, halay çekmesek, sürekli parmaklarımızın ucuna basa basa yürüsek, sessiz dursak, kazma, kürek, nacak kullanmasak, hiç hafriyat yapmasak bile deprem kapımızda.
Şimdi, Kanal İstanbul depremi tetiklemeyince İstanbul depremden kurtulmuş mu olur?
Alakası yok!
Halbuki daha somut bir gerçek var.
Kanal İstanbul depremi tetiklemez ama, depreme dayanıklı olmayan binaların takviye edilmemesi, yıkılması gereken hurda binaların yıkılıp yerine sağlam binaların yapılmaması depremde meydana gelecek can ve mal kaybını çok kötü tetikler.
Ve hala devlette bu konuda bir telaş, bir teyakkuz alametine rastlamıyoruz.
İlle de Kanal, ille de Kanal!
Görüyorsunuz, tarafların tezleri, altını biraz eşelerseniz, ikna edici olmaktan epeyce uzak.
Daha ‘rant’ bahsini açmadık bile.