Bir dostu arıyorsunuz. Ya da bir dostu, sevdiğiniz birini... Özlediniz. Görememekten mustaripsiniz.
(Aslında ‘muzdarip.’ Türkçe’ye mustarip diye geçmiş. Izdırap da ‘ıstırap’ olmuş. Niye öyle olmuş bilmiyorum, ama imla kılavuzlarında, sözlüklerde öyle yazıyor.)
Birlikte vakit geçirdiğiniz mekanlara gidin. Belki rastlarsınız. Göremeseniz de yakın hissedersiniz.
Güzel vakitlerinizi gözlerinizin önüne getirin.
Yok. O yoksa kimse yok.
Böyle durumlarda dilinize gelir mi?
“N’ideyim sah-ı çemen seyrini cananım yok.”
Bestekarı Sadullah Ağa. Güftekarı Enveri. (Vefatı 1547.) Başka enverilerden ayırmak için ‘Mürekkepçi’ diyorlar. Makamı Hicaz.
“Bir yanımca salınan serv-i hıramanım yok.”
Bu bir gazel. Müzeyyen Senar çok güzel icra ediyor.
Gazelin devamı var, fakat okumak adetten değil.
Ben birkaç beyit yazayım, o zaman anlaşılır niçin okumadıkları.
“Nideyim sahn-ı çemen seyrini cananum yok
Bir yanımca salınır serv-i hıramanum yok
Emdürür gerçi lebün vaslına canlar virene
Leb-i can-bahşını emsem dimeğe canum yok
Enveri gülşen-i kuyunda figanlar eyler
Dime ey gonce dehen bülbül-i nalanım yok.”
Buradaki ‘emsem’ kelimesinin ‘ilaç’ anlamına da geldiğini söylememe bilmem gerek var mı?
Şairler, kelimelerin birden fazla anlama gelmesini severler. Bazen o anlamlardan birinin arkasına saklanırlar. İyi de yaparlar.
Sahn-ı çemende aradığını bulamayanların hislerine tercüman olacak bir başka şarkıyı hatırlayalım.
Hem şarkısı, hem şiiri çok güzel.
“Suy-i Kağıthanede Mecnun misal
Bekledim rahın efendim bi-mecal
Anladım teşrifine yok ihtimal
Çağlayanlarla beraber çağladım
Tali’i nasaze küstüm ağladım.”
Ne kadar muhabbetli, ne kadar saygılı, ne kadar içli bir şarkı.
Bestekarı Lavtacı Hristo. Makamı segah. Güftekarını bulamadım. Böyle güzel bir şiirin şairinin bilinmemesi üzücü.
Bir başka bekleme şarkısı:
“Gelse o şuh meclise naz u tegafül eylese”
Beste: Hafız Post. Güfte Behceti Çelebi.
Şarkının ilk mısraı bilinir. Ama sonrası ihmal edilir. Biz devam edelim.
“Reng-i hicabı gülşen-i meclisi gül gül eylese”
Burada ‘reng-i hicab’ ile hicaptan dolayı yüzün pembeleşmesine gönderme yapıldığını düşünebiliriz.
(Yüzünde ‘reng-i hicab’ olanlara kıymet verin. Çünkü utanma kaldırılıyor.)
Bundan sonrası en azından bugünün okuyucusu için şarkı sözü olmayı aşıyor. Şöyle ki:
“Ta’n-geri riyaz-ı huld olur idi vücuh ile
Aşık-ı zarı gülşen-i vaslına bülbül eylese”
‘Ta’n-ger’ ta’n edici, kınayıcı. ‘Riyaz-ı huld’ ebedi bahçe. Cennet bahçeleri.
Eğer vasl için bülbül gibi ağlatırsa aşığını, cennet bahçeleri onu ta’n edecekmiş.
Gördüğünüz gibi, bu kısmı biraz zorlama. Zorlama olduğu için açıklamaya cüret ettim.
Bazen bir kelime, bir şarkıyı size sevdirebiliyor.
İşte, şu şarkıdaki ‘maada’ kelimesi.
“Gelmedin bir kerreden maada neden?”
Bestekarı da, güftekarı da Fehmi Tokay. Makamı Uşşak.
Bu da ilk mısraı kuvvetli şarkılardan biri. Sonra yavaşlıyor.
“Başka hiç bir şeyle gönlüm dolmuyor/Razıyım rüyada görsem gelmesem/Aşk yanan gözlerde hiç solmuyor/Uykusuz gözlerde rüya olmuyor.”
Beklemek türlü türlü. Kimi dost, kimi sevgili, kimi mürşit hatta kimi mehdi bekliyor.
Bunlar neyse.
Genel müdürlük, müdürlük, bakanlık, başkanlık, milletvekilliği bekleyenler de var.
Havale bekleyenler, ihale bekleyenler, ‘patron’u bekleyenler...
Allahtan onlar şarkı şiir bilmiyor.
Bilselerdi tuhaf olurdu.
Düşünsenize, ihale gelmeyince ‘tali’i nasaze küsüp ağladım” diye şarkı söyleyen bir müteahhit!
Ya da patronu beklerken “Gelse o şuh meclise” diye mırıldanan bir politikacı!