Bize iyice belletilmiş bir teori, aklımda kaldığı kadarını herkesin kolaylıkla anlayabileceği sade bir lisanla hülasa edeyim.
İslam, tarihte iki büyük tehditle mücadele etmiştir.
Bunlardan biri haçlı seferleridir.
Haçlı saldırılarını askeri gücümüzle; Kılıçarslan, Alparslan, Salahaddin Eyyubi gibi büyük komutanlarımızın askeri dehalarıyla ve kahramanlıklarıyla durdurduk.
İkinci büyük tehdit, Yunan felsefesiydi. Bu, haçlı saldırılarından daha tehlikeliydi çünkü Müslümanların inancını, akidesini hedef alıyordu.
Bu tehdidi de ulemamızın, bilhassa büyük imam Gazali’nin dehası ile savuşturduk.
Filozofları filozofların silahıyla yendi Gazali.
Tehafüte’l Felasife’yi (Filozofların Tutarsızlığı) yazdı, filozoflara dünyanın kaç bucak olduğunu gösterdi.
İbn-i Sina’yı, Farabi’yi, daha ne kadar itikadı bozuk filozofu tekfir etti. Bizi hepsinden kurtardı.
Böylece selamete erdik.
Bu, rahatlatıcı bir teori.
Bittiği zaman “veleddallin, âmin” diyorsunuz, kenara çekiliyorsunuz.
Bence kenara çekilmekte o kadar acele etmememiz lazım.
Çünkü, düşünce tarihiyle hatta siyasi tarihle ilgili ayrıntılara derinlemesine bakınca teorinin, anlatıldığı kadar düz, pürüzsüz bir yolda ilerlediğinden şüphe edebilirsiniz.
Bu benim başıma geldi, ondan biliyorum.
İmam-ı Gazali Sultan Alparslan’ın ve Melikşah’ın veziri olan Nizamülmülk döneminde etkili oldu.
O yıllarda Batıniler ve Haşhaşiler büyük tehditti.
Hem düzenledikleri suikastlarla asayişi tehdit ediyorlardı, hem de Kur’an-ı Kerim’i ve Sünnet’i kendilerine has, batıni yorumlamalarıyla ‘ortodoks’ İslam anlayışını.
Gazali’nin öncülüğünde Nizamiye Medreseleri kuruldu.
Felsefe müfredattan çıkarıldı.
Devlet himayesinde Eş’ari kelamı okutuldu.
Fizik, matematik gibi ilimler geri plana itildi.
Ve 12. Yüzyıldan itibaren İslam dünyasında ilim ve felsefe eski parlaklığını kaybetmeye başladı.
O çağın bilinen dünyasının öteki ucunda, Endülüs’te, Gazali’den 58 yıl sonra doğmuş (1126) yani bir sonraki mütefekkirler kuşağına mensup İbn-i Rüşd adında bir alim vardı.
Sadece ‘filozof’ diyemediğim için ‘alim’ diyorum.
Matematik, felsefe, astronomi, tıp, hepsinde bilhassa Batı düşüncesini derinden etkileyecek ölçüde ilerlemiş.
Dini ilimlerde de çok iyi.
Anladığım kadarıyla ilk öğrenim çağında İmam Malik’in Muvatta’ını ezberlemiş. Demek ki aynı zamanda muhaddis.
Fıkıh, Kelam gibi alanlarda çok önemli eserleri var.
Bidayetü’l Müctehid fıkıh alanında yazdığı eserlerden biri.
Mezhepler arası karşılaştırmalı bir fıkıh kitabı.
Hemen bütün mezheplerin görüşlerini ihtiva ediyor. Ama en çok Maliki mezhebine yer veriyor.
Ben biraz mütalaa ettim. Sadece bu kitabın bile İbn-i Rüşd’ün fakih sayılması için kâfi gelebileceği kanaatine vardım.
Tabii ki benim kanaatim benim kanaatim. Başkaları istediği şekilde düşünebilir.
Gazali’nin Tehafütel Felasife’sini de okumuş ve Tehafüte’l Tehafüt’ü yazmış.
Yani, Gazali’nin Tehafüt el-Felasife’sine cevap vermiş.
Tehafüte’l Felasife’yi yıllarca önce okumuştum.
Tehafüt el-Tehafüt’ü henüz okumadım.
Ama din-felsefe ilişkisini tartıştığı “Faslu’l Makal”i okudum.
Muhammed Abid el Cabiri notlandırmış Serkan Çetin tercüme etmiş. (Endülüs Yayınları.) Bir de Mahmut Kaya’nın tercüme ettiği var. “Din ile Felsefe Arasındaki İlişki Hakkındaki Son Söz” ismiyle yayımlanmış. Kitabın orijinal adının tercümesi de böyle. Klasik’ten çıkmış. İkisi de tavsiyeye şayan.
Biz, genel olarak, Felsefe ile dini birbiriyle çatıştırmaya daha yatkınız.
Çünkü manzara böyle. Filozoflarla fakihler boyuna birbirleriyle didişmişler.
Ki İbni Rüşd de bu çatışmanın bir tarafında bulunmuş.
Faslu’l Makal bu çatışmanın aslında gereksiz olduğunu söylüyor. Dinle değil, ama felsefenin küfre götüreceğini düşünen fakihler ve kelamcılarla çatışarak.
Kitabın içine kısmetse haftaya gireriz.
Bugün için şunu söyleyelim yeter:
Müslümanlar İmam-ı Gazali’yi ihmal etmiş sayılmaz. ‘İslam düşüncesi’ dediğimiz şeyin üzerinde en çok onun etkisi var.
Ama Müslümanlar İbn Rüşd’ü hiç de hak etmediği şekilde ihmal etti.
Ve İbn-i Rüşd’ü ihmal etmenin Müslümanlara hiç faydası olmadı.