Tuluğun İsmail’in uşakları böyle şeyleri bilirdi. Tuluğun İsmail, Mehmet Ali Dedem’in komşusu. Asılları Şalpazarı Kireç’ten. Şimdi Kefken yakınlarındaki Potlar Köyü’nde oturuyorlar.
İsmail amca yakında vefat etti. Kara kuru bir adamdı. Yüzü güleçti.
Oğlu Hikmet benden birkaç yaş büyük. Bir ara onunla çok muhabbet ederdik. Şimdi fazla piyasaya çıkmıyor. Seyrek görüşüyoruz.
Hikmet bana durup dururken bir soru sorardı. Beni imtihan eder gibi.
“Bizim en büyük düşmanımız kim?”
“Duruma göre değişir Hikmet Abi.”
“Yok, değişmez.”
Dedikten sonra İngilizler’in ne kadar düzenbaz, ne kadar sinsi olduğuna dair yerli yapım bir diskur çekerdi.
Bazen Hazret-i Ali Cenkleri’nden pasajlar geçerdi. Çocukluklarında İsmail Amca ocak başında onlara okurmuş.
Bana çok Hz. Ali, Hz. Halid, Hz. Süleyman, Malik Ejder hikayeleri anlattı.
Bazen sorardı:
“Hikaye-i Güverçin’i biliyor musun?”
İyi kötü birkaç Siyer Kitabı okumuşum. Ama Hikmet Abi’nin dediği hikayelere rastlamadım. Peşine de düşmedim.
Geçenlerde, Ankara’da, Fatih Kitabevi’nde Büyüyen Ay Yayınları’nın bastığı, N. Ahmet Özalp’in yayına hazırladığı ‘Mevlid Hikayeleri’ diye bir kitap buldum.
Açtım içini, baktım manzum öyküler.
Aldım.
Sayfalarını karıştırırken evvelden aşinası olduğum şiirler gördüm.
Bazılarını Süleyman Çelebi’nin ‘Vesiletü’n Necat’ında okumuşum.
Mesela Peygamberimiz’in vefatı öncesi Fatıma anamızla diyaloglarını tasvir eden pasajlar.
Peygamberimiz’in Hz. Fatıma’yla ağlaşmaları.
“Dedi ‘ey canım baba halin nedir?/Hasta mı oldu vücudun nicedir?
Dedi kim Ya Fatıma yanar tenim/Dosta ulaşmak diler canım benim.”
Şurasını babam bazen bir ilahi olarak okurdu:
“Fahr-i Alem göç eyledi dünyadan/Ümmetlerim size olsun elveda
Bize gel oldu yüce Mevla’dan/Ashablarım size olsun elveda
Hasan’la Hüseyin’i almış dizine/Kuzularım size olsun elveda
Çağırın Bilal’e gelsin yanıma/Yükümü yüklettim bindim atıma
Helalim Aişe kızım Fatıma/Ehl-i Beytim size olsun elveda
Çağırın Bilal’e hem sala versin/Ali yusun Fazli suyunu koysun
(Bizim köylerde oğullara verilen Fazlı ismi herhalde bu şiirlerden geliyor.)
Böyle, sevgiyle, aşkla yazılmış hüzünlü mısralar.
‘Vefat-ı Fatımatü’z Zehra’yı başka yerde okumamıştım.
Peygamberimiz’in rıhletinden sonra Fatıma çok mahzun oluyor.
Hz. Ali onu teselli ediyor. Ağlama diyor. Fatıma, “Yerin altında yata Şah-ı Cihan/Nice ağlayuben figan etmeyem?” diye cevap veriyor.
Peygamberimiz bir gün makberden sesleniyor Fatıma’ya:
“Katı müştakem ciğer kuşem sana/Vade yetdi gelirsen sen bana”
Fatıma haberi alınca eve koşuyor, Hasan ile Hüseyin’i dizine alıyor.
“Ah kim yuyacak sizin başınızı? Kim tarayacak sizin saçınızı” deyip ağlıyor.
Hikmet Abi’nin bana sorduğu Hikaye-i Göverçin’i de nihayet bu kitapta buldum.
Peygamberimiz ikindi namazını kılarken bir güvercin gelip dizine konuyor.
Bir doğanın kendisini üç gündür takip ettiğinisöylüyor ve Peygamberimiz’in kendisini doğandan saklamasını istiyor.
“Gizler isen gizlegıl şimdi gelir/Altı yavrum ya Rasul öksüz kalır”
Peygamberimiz, güvercine “Yenime gir ey hümam” diyor.
“Yüz bin doğan gelse seni vermezem/Başımı verip seni terk etmezem.”
Sonra doğan geliyor, yalvarıyor.
Doğan’ın da yuvada yiyecek bekleyen altı yavrusu var.
Peygamberimiz, “Kendi etimden vereyim ben sana/Sen bağışla bu güvercini bana” diyor. Doğan da razı oluyor.
Bıçak getiriyorlar, bıçak kesmiyor.
Peygamberimiz bıçağa diyor ki... “Ya asi bıçak taşı kestin/Niçin sen bu işi tamam etmedin?
“Allah dil verip bıçak söyledi/’Ya Resul Çalab kesme dedi’
Her birisi anda hayran oldular/Resul’ün itikadın bildiler
Güvercin silkindi oldu Cebrail/Doğan silkindi oldu Mikail”
Nasıl? Güzel sürpriz değil mi, bu kadar eski, belki 7 yüzyıllık bir kıssanın içinde?
Ahmet Özalp -her zaman olduğu gibi- titizlikle derlemiş. Manzum metnin karşısına günümüz Türkçesine uygun halini de yazmış.
Ben, çok geç de olsa bu eserle buluşmaktan memnunum. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
Yalnızca Hikaye-i Güvercin değil, yine daha önce kulaktan dolma haberdar olduğum Hikaye-i Geyik, Hikaye-i Kesikbaş ve Hikaye-i Deve de bu kitapta.
Biliyorum, metne bakıp burun kıvıranlar var. Onlara diyeceğim şu:
Tarihi gerçekliğe uyup uymadıklarını sorgularsanız bu hikayeleri kaybedersiniz.
Bunlar, tarih vesikaları değildir.
Anadolu insanının gönlünden kopmuş sevgi, merhamet ve kahramanlık hikayeleridir.
Tarihi tarih gibi, şiiri de şiir gibi okumak daha sağlıklı sonuçlar verir.