Bizim kuşağımız bir açıdan da ideoloji kuşağıdır. Sağcılar, solcular, İslamcılar. Sağcılığın, solculuğun, İslamcılığın çeşitleri.
Herkesin bir hikayesi vardı, dünyayı anlamakta kullandığı, bugünü ve geleceği şekillendirmekte kullandığı.
Bütün sorunlar çözülmüş olarak ideolojinin içindeydi.
Bugün baktığımda çok sağlıklı bir durum olmadığını görüyorum.
Dünya hiçbir zaman bir ideolojinin tarif ettiği berraklıkta olamaz.
Güney Koreli felsefeci Byung-Chul Han’ın “Enfokrasi” ( Ketebe, çeviren Mustafa Özdemir) kitabını okurken rastladığım şu cümleler, ideoloji çağını kesif bir şekilde yaşadığım için bana çok tanıdık geldi.
“Seküler bir siyasal din olarak totalitarizmin başat özelliklerinden biri ‘dünyanın bütüncül açıklamasını’ verme iddiasında olmasıdır. Bir anlatı/hikâye olarak ideoloji ‘tarihsel olarak meydana gelen her şeyin bütüncül açıklamasına, şimdinin tam bilgisini ve geleceğin güvenilir öngörüsünü’ vadeder.”
Byung-Chul Han’dan haberim vardı.
Arkadaşım, okuma uzmanı hatta okuma öğretmeni Bülent Akyürek “Adam işi bitirmiş” diyordu “Zamanın Kokusu”ndan (Metis) bahsederken. Elinde bir tane vardı. Bana verdi. Biraz meşk ettim, sonra elimin altından kayboldu kitap.
Geçenlerde Atasoy Abi’den (Müftüoğlu) bir posta geldi. İçinde üç kitap vardı.
Biri Patrick J. Denen’in ‘Liberalizm Neden Çöktü’ kitabı. Diğer ikisi Han’ın Enfokrasi’si ve Palyatif Toplum’u.
Okurken şu alemde alemi okumayı meslek edinen bir adamın mevcut olmasından dolayı memnun oldum.
Tabii ki bir tek Byung-Chul Han okumuyor alemi; bir çoğumuz, kimimiz heceleye heceleye, kimimiz ezberden, okuyoruz.
Ama Han’ın okuyuşunu beğendim.
Dijital çağın insanlara ne yaptığı konusunda bir fikrim vardı elbette.
İnsanların kafalarında volkmen kulaklığıyla ilk dolaştığı günlerde soruyordum, “Volkmeni mi sana taktılar seni mi volkmene taktılar?”
Çok sonraları “Makinalar mı bize hizmet ediyor, biz mi makinalara?”
“Biz mi makinaların uzantısıyız, makinalar mı bizim?”
Gitgide yalanla gerçeğin aynı muameleyi görmesini, süslü bir yalanın süssüz bir gerçekten daha kıymetli olmasını da tecrübe ettik.
İşimize gelmeyen bir gerçeği söylemenin mekruh, işimize gelen bir yalanın müstehap sayılmasını da…
Han’ın Enfokrasi yazılarında zihnimde kendi halinde dolaşan cümlelerin felsefenin diliyle hem de etraflı bir şekilde yazılışını görmek hoşuma gitmiştir belki de…
“Disiplin rejimi endüstriyel kapitalizmin tahakküm biçimidir. Disipline dayalı iktidar sinir yollarına ve kas liflerine nüfuz eder. Uysal bedenler üretir. Disiplin rejiminde insanlar çalışan hayvan haline gelecek şekilde eğitilir.”
Bu paragraf modern dönemdeki insanlık durumuyla ilgili.
Ya şimdiki durum?
“Dijital enformasyon teknolojisi iletişimi gözetime dönüştürür. Ne kadar çok veri üretirsek ne kadar yoğun iletişim kurarsak gözetim o kadar verimli hale gelir. Bir gözetleme aygıtı olarak cep telefonu özgürlük ve iletişimi sömürür.”
Yani?
Yani her birimizin elinde sabahtan akşama kadar içinde yaşadığımız akıllı telefonlarımız varken Bill Gates’in bize çip takmasına gerek yoktu.
“Bu arada enformasyon rejiminde insanlar gözetlendiklerini değil özgür olduklarını hissederler.”
Ben tercih ediyorum, benim iradem zannedersin, halbuki bir algoritma senin içini kurcalamış ve kendi iradem zannettiğin bir iradeyle seni gitmen gereken istikamete sevk etmiştir.
“Enformasyon rejiminde iktidarın işleyişini sağlayan kalıcı gözetimin farkındalığı değil hissedilen özgürlüktür. Özgür olmak eylemde bulunmak değil tıklamak, beğenmek ve paylaşmak anlamına gelir.”
“Sosyal medya bir kilise gibidir. Like âmin demektir.”
“Halk artık toplumsal açıdan önemli konulara duyarlı değildir. Aksine söz hakları ellerinden alınmış, politikacıları iktidara getirmek için manipüle edilebilen oy veren hayvanlara dönüştürülürler.”
Biz şu anda bir ‘enfokrasi’de mi yaşıyoruz?
Hayır.
“Modern öncesi egemenlik rejimi”ni, “Modern disiplin rejimi”ni, “Medyakrasi”yi ve “Enfokrasi”yi bir arada yaşıyoruz. (Han’ın kullandığı terimler olduğu için tırnak içine aldım.)
Biraz ondan biraz ötekinden.
Enfokrasi bir üst rejim. Hepsinden daha kapsayıcı.
Bütün rejimlerin ‘veri’sini o topluyor, o alıyor, o satıyor.
Bizleri kimin idare ettiği, dünyanın neresinde yoksulluk neresinde zenginlik, neresinde zulüm, neresinde adalet olduğu umurunda değil.
Bir üst otorite, bir evrensel patron gibi, zulmü de adaleti de bir algoritmaya uyarlayıp satıyor.
Biz de ‘like’larımızla, ‘unlike’larımızla, anti-emperyalist veya milliyetçi, özgürlükçü, İslamcı, faşist, sağcı, solcu paylaşımlarımızla sermaye olma vazifemizi yerine getiriyoruz.