“Şu kitabı okumadım” dedim Mustafa Karaalioğlu’na, masasının üstündeki ‘Doğu Batı Arasında İslam’ kitabını göstererek.
Mustafa “Okuyacaksan al” dedi.
Alıp okuyacak mıyım?
Yıllar önce, 80’lerin sonlarına doğru, Nehir Yayınları’nın editörlüğünü yapan arkadaşım Mustafa Çelik’e Hamit İnayet’in çevirisini tamamladığım “Çağdaş İslami Siyasi Düşünce” kitabını götürmüştüm.
(Bilgi için: İnayet’in kitabı Yöneliş’ten çıktı. Daha sonra da Hece’den. Erbabı bilir, kıymetli bir kitaptı.)
Tamamı daktilo edilmiş, bir dosyanın içinde her şeyiyle hazırlanmış olarak.
“Sen kitabı çevirmişsin” dedi Mustafa.
“Nasıl yani?” diye sordum.
“Biz” dedi “Bize gelen çevirileri yeniden yazıyoruz.”
Tabii ki yeniden çevirmek değil söylediği. Yayına hazır hale gelmesi için ciddi bir redaksiyondan geçirdiklerini anlatıyor.
Masadaki, Nehir’in o sıralar bastığı Aliya İzetbegoviç’in Doğu ve Batı Arasında İslam kitabına bakarak söylemişti bunları.
Bu sözleri duysanız, o kitabı okur musunuz?
Henüz Bosna savaşı yok ortada. Sovyetler bile dağılmamış.
Ama ben sık sık Aliya’nın ve Melike Salihbegoviç’in Tito rejimi tarafından yargılandığına veya hapsedildiğine dair haberleri Muslimedia’dan, Crescent’tan, el-Hilal gibi dergilerden çeviriyorum.
Yani haberdarım Aliya İzetbegoviç’ten. Kitabını da okumak istiyorum.
Karaalioğlu’nun masasındaki kitaba tekrar baktım. Ketebe’den çıkmış.
Çevirmeni kim?
Edina Nurikiç. 1985 doğumlu. Yani Nehir’den çıkan kitabı o çevirmiş olamaz! Ayrıca Türk edebiyatı okumuş.
Zaten bu sıralar okuyacak kitap arıyorum, başladım okumaya.
“Hayatta yalnızca üç çeşit bütünleyici dünya görüşü -ki bunlardan fazlası olamaz- mevcuttur. Bunlar dini, materyalist ve İslami dünya görüşüdür.”
Dipnotta “Din terimi bu kitapta Avrupa’da geçerli anlamıyla kullanılmaktadır. Buna göre din ile İslam arasına eşitlik işareti koymak mümkün değildir. İslam dinden fazlasıdır” yazıyor.
Özetlemem gerekirse, materyalizmin dinden, dinin materyalizmden ödünç almak zorunda kaldığı değerler, ikisinin de ötekine doğru taştığı alanlar üzerinde duruyor.
İslam bu iki kutbun arasındadır. Ama “Bu iki öğretinin basit bir aritmetik ortalaması ya da herhangi bir ortalaması değildir.”
“(İslam’ın) Siyasi boyutunu göz ardı edip kendimizi tamamen dini mistisizme bırakırsak üstü kapalı olarak sömürülmeyi ve köleliği kabul etmiş oluruz. Tam tersine İslam’ı dini boyutundan soyutladığımız vakit ahlaki ve evrensel insan kültürü düzleminde herhangi bir güç, etken olmaktan vaz geçeriz. Şayet insanlar ve eşya üzerinde salt hakimiyete indirgenecekse emperyalizmin İngiliz, Alman yahut İslami olup olmadığı önemli midir?”
Bu görüşlerini hamasetle, laf kalabalığıyla temellendirmiyor İzetbegoviç.
Sosyalist Yugoslavya’da yaşamış ve uzun yıllar hapiste yatmış bir Müslüman olarak (Niye hapiste yatmış diyoruz ki? Hapiste yıllarca okumuş ve yazmış Aliya) öğrenmesi gereken ne varsa öğrenmiş.
Kitabın adının ima ettiği gibi doğuyu da batıyı da çalışmış.
Onu salt gazete ve televizyon haberlerinden takip etmiş olanların tahmin edemeyeceği derinlikte bir entelektüel.
Kitabı da herhangi bir siyasetçinin başkasına yazdırıp altına imza attığı türlerden fersah fersah uzak.
Nasıl olduğunu örneklendirmek için Sovyet Bilimler Akademisi üyesi Alexander Gorbovsky’den yaptığı alıntıya ve İzetbegoviç’in yorumuna bakalım:
“Erkek ve dişi yavruların doğum oranları biyolojik bakımdan hemen hemen dengelidir. Bu oranın bozulması ve bir türün diğerinden daha fazla olması halinde cinsiyet yapısının dengelenme süreci kendiliğinden gelişir. Herhangi bir sebepten dolayı dişiler azınlıkta kalırsa dünyaya yeniden doğanlar arasında dişiler daha fazla olur.”
“Bağımsız bir organizmanın tek başına cinsiyeti üzerinde etki edemeyeceği açıktır. Burada yine kaynağı bağımsız her organizmanın dışında olan, dışarıdan yönlendirilen bir etkiyle karşı karşıyayız. Bu insanlığın aşina olduğu bir fenomendir. Demograflar ona savaş yıllarının fenomeni derler. Savaş zamanı ve sonrasındaki yıllarda erkeklerin sayısında büyük azalma olur. Bir süre sonra ise erkek oranı yükselmeye başlar ve bozulmuş olan denge tekrar kurulur.”
İzetbegoviç’in bu görüşle ilgili değerlendirmesi şöyle:
“Din, doğanın bu hakiki mucizelerini en yüksek akıl olan Tanrı ile açıklamaktadır. Bilimin verdiği bütün açıklamalar son tahlilde tek bir kapıya çıkmaktadır; o da her şeyin kendi kendine oluştuğudur. İnsan ruhuna bundan daha büyük bir hurafe dayatmak mümkün değildir.”
Köşemin istiabını aştım. Müsaade ederseniz bahsimizi haftaya tamamlayayım.