İtiraf edeyim, ilk işittiğimde etkilenmiştim.
Bazı yerlerde daha ayrıntılı anlatılıyor, ben özetleyeyim.
Güya Hz. Ömer cahiliye döneminde yaptığı iki şeyden birini hatırladıkça ağladığını birini hatırladıkça güldüğünü söylemiş.
Hatırladıkça ağladığı, kendi kızını diri diri toprağa gömmesiymiş.
Hatırladıkça güldüğü ise helvadan put yapıp tapınması acıkınca da tapındığı putu yemesiymiş.
Çarpıcı bir hikâye.
Kızını gömmesi ne korkunç ne vahşi!
Sizin de kulağınızda çınlar mı?
“Ve iza’l mevuudetü suilet, bieyyi zenbin kutilet.”
“Diri diri gömülerek öldürülen kız çocuğuna hangi günahtan dolayı öldürüldüğü sorulduğunda.”
(“Güneş dürüldüğünde” sözüyle başlayan Tekvir Suresi.)
Helvadan yaptığı puta yakarması, dua etmesi, saygı göstermesi, sonra canı çektiği zaman yemesi ise sadece komik değil, düşündürücü.
Cahiliye toplumunda kız çocuğunu ailenin onurunu korumak için diri diri gömme adeti anladığım kadarıyla hocaların anlattığı kadar yaygın değil. Ama var öyle bir adet.
Helvadan put yapmak yaygın mı?
Elimde kitabi bir bilgi yok.
Taştan, ağaçtan put yaptıklarını biliyoruz. O putlara bir anlam yüklüyorlar, o putların Allah indinde bir kuvvetleri ve dünya hayatına bir etkileri olduğunu düşünüyorlar. Bir bakıma Allah’a yaklaşmak için ‘totem’e saygı gösteriyorlar.
Belki kendi toplumlarında itibar görmek için de adaklar adayıp dualar ediyorlardır.
Ama helvadan, muvakkaten tapınacakları bir put yapıp ona dua etmeleri bana çok mantıklı gelmiyor.
Çok acil, dar zamanlarda, şöhretli putlardan birinin timsalini yapıp tapınmaları belki anlaşılabilir.
Eh, işleri görüldükten sonra, canları çekince ya da acıkınca yemiş de olabilirler.
Neyse ki çok meşhur olan bu rivayet doğrulanmıyor. Ciddi kaynaklarda yok.
Hz. Ömer’in tek kızı Hafsa validemiz.
Rivayeti muhtemelen eski zaman kıssacıları uydurmuşlar.
Rivayet doğrulanmıyor ama helvadan put yapıp tapınmak, acıkınca yemek bir metafor olarak hala işe yarayabilir.
Biz durumu hafifletelim. Bir basamak aşağı inelim.
Put demeyelim, ideoloji diyelim, prensip diyelim.
Kendi elimizle veya bir yerden edinip, ihtiyaç duyunca ya da ihtiyacımız kalmayınca yediğimiz prensipler, kararlar günlük hayatımızda da çoktur.
Filanla ortak olmam!
Filan yerde çalışmam.
Gitmem. Yemem. Demem.
Bunlar etkisi bir ya da birkaç kişiyle sınırlı vakalardır.
Sıra ideolojiye gelince etki genişler.
Mesela solcuyuz. Oldukça keskin, tavizsiz.
Eski ideolojiler piyasasında solculuk ya sosyalistlik ya komünistlik olarak anlaşılırdı.
Gün geldi yumuşadık. Kapitalist olduk. Holdingimiz var. Holdingimizde işçinin hakkını vermiyoruz.
Kaderin cilvesi. CEO olduk, işçinin haklarını değil patronu savunuyoruz.
Ya da milliyetçiyiz ama paramızı İsviçre’nin, İngiltere’nin bankalarına yatırıyoruz.
İslamcıyız. Propaganda yaparken çok hak, adalet, ahlak, maneviyat edebiyatı yaptık.
Hatta köy meydanlarında, kasaba kahvelerinde “İşçinin hakkını alnının teri kurumadan veriniz” diye nutuk da attık.
Ama zaman geldi, ayet-i kerimeleri, hadis-i şerifleri haksızlık yaparken haksızlık yapmakta ne kadar haklı olduğumuzu ispat için kullanabilecek zihni ve medeni seviyeye ulaştık.
Ama en çok siyasette var kendi koyduğu prensipleri ya da kendi savunduğu ilkeleri yemek.
Hain! Dersin. Görüşürsün.
Hatta ortak olursun.
Yapmam! Dersin yaparsın.
Vermem! Dersin verirsin.
Almam! Dersin alırsın.
Yemem! Dersin, yersin.
Neyi yemem?
Mesela kul hakkı yemem.
Kim yapıyor bunu?
Hemen hemen herkes.
İmkânı az olan az, imkânı, gücü daha çok olan daha çok.