Hatay’a en son 2011’de gelmiştim. O sıralar Suriye’yle aramızdan su sızmıyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Beşar Esad sık sık görüşüyordu. 2011’de de Asi Nehri üzerinde bir baraj inşaatı için bir araya gelmişlerdi. Adına ‘Kardeşlik Barajı’ deniliyordu.
Biz Hatay’a bu vesileyle gelmiştik.
Hatay’ın sağını solunu göremedik o gün. Sadece Hatay mutfağının lezzetlerini tatma fırsatı bulduk.
Anadolu Yayıncılar Derneği burada bir Kültür, Turizm ve Medya Kurultayı düzenlemiş. Kurultayın ana konusu Hatay’daki çok kültürlülük.
Derneğin başkanı Sinan Burhan böyle işleri iyi kotarıyor. Biz de hem meslekten arkadaşlarımızla hem şehirden insanlarla haşır neşir oluyoruz. Biraz sosyalleşiyoruz anlayacağınız.
Bu bakımdan Anadolu Yayıncılar Derneği’ndeki arkadaşlara ve Sinan Burhan’a müteşekkirim.
Lezzetli bir şehir Hatay. Bu lezzet sadece mutfağından kaynaklanmıyor. Tarihinden, insanından, tabiatından da kaynaklanıyor.
Bu vesileyle ben birkaç gün ‘Hatay Dersi’ne çalıştım.
Antakya’nın bir şehir merkezi olarak iki bin seneden ziyade tarihi var.
Büyük İskender’in ölümünden kısa bir müddet sonra, İskender’in komutanlarından Antigonos tarafından (M. Ö. 300 civarı) kurulmuş. Kısa sürede dünyanın önemli merkezlerinden biri haline gelmiş.
Miladi 1. Yüzyılda Hristiyanlık Kudüs dışında ilk defa Antakya’da ortaya çıkmış. O yıllarda Antakya, Roma ve İskenderiye’den sonra dünyanın üçüncü büyük şehriymiş.
Tarihini tam bilmiyoruz. İsa Aleyhisselam’ın Risalet görevinin devam ettiği yıllarda olması muhtemel.
Yasin Suresi’ndeki “Şehrin yakınından koşarak gelen adam”ın anlatıldığı Ayet-i kerimedeki ‘şehir’in Antakya, ‘adam’ın da Habibü’nneccar olduğu rivayet ediliyor.
***
Şehir, Miladi 7. Yüzyılda Ebu Ubeyde İbn Cerrah’ın ordusu tarafından fethedilmiş.
Haçlılar döneminde (11-13. Yüzyıl) Frenkler burada bir Antakya Kontluğu kurmuşlar. Daha sonra Memluk ve Osmanlı dönemleri başlıyor. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra, uzun mücadeleler ve müzakereler neticesinde 1939’da Hatay Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vilayeti oldu.
Burada, çok özet geçtiğim tarihi hikaye Antakya’daki ‘çok kültürlülük’ olgusunun arka planını oluşturuyor.
Hatay, Tarihindeki ‘öykü’lerin hepsini bugüne kadar yaşatmış müstesna bir şehir.
Hatay’daki çok renklilik, çok kültürlülük son birkaç yılda, hatta son birkaç yüzyılda oluşmamış.
Son birkaç bin yılda oluşmuş.
Yani şu anda bu şehirde yaşayan Hristiyanlar, iki bin yıldır, Habibü’nneccar’dan beri oradalar.
Demografik yapıya bakınca görüyorsunuz. Sünni Türk, Sünni Arap, Nusayri Arap, Katolik, Protestan, Yahudi, Süryani... Belki benim bilmediğim başka unsurlar.
Hepsi Hatay’ın yerlisi.
Bu, büyük bir ‘insani’ tecrübe.
Binlerce yıldır bu unsurlar birbirleriyle komşuluk ediyorlar.
Kurban Bayramını da, Hamursuz’u da, Paskalya’yı da birlikte kutluyorlar.
Yani, birbirlerinin bayramlarını tebrik ediyorlar.
***
Antakya’yı okurken, bir tez çalışmasında bir cümle gördüm. (Çokkültürlülük Açısından Hatay: Sosyolojik Bir Yaklaşım. Fatma Başyemez. Tez danışmanı olarak değerli öykücü Köksal Alver’in adına rastlamak da güzel bir sürprizdi.)
Hatay’da atasözü gibi söylenirmiş bu cümle.
‘Herkes kendi dinine yönelsin, Allah da yardımcısı olsun.’
İnsanların birbirine musallat olmadığı, birbirini kabul ettiği bir kültürü yansıtıyor bu cümle.
Emin Maluf’u bilirsiniz. Afrikalı Leo, Semerkant, Tanios Kayası, Doğu’nun Limanları... Şimdi aklıma gelen romanları bunlar. (Zannediyorum hepsi Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.)
Maluf, Kendi kimliğini anlatırken, Lübnanlı, Arap, Fransız, Hristiyan hepsini sayıyor. Hatta Müslümanlığa da bir gönderme yapıyor.
Maluf’un ‘Ölümcül Kimlikler’ diye bir kitabı daha var.
Orada, İslam Medeniyeti’nin bu konuda hele hele Batı’ya nispetle iyi bir sınav verdiğini anlatır.
Güzel de anlatır.
Hatay örneği, bana insanların iyi olduğunu, birbirlerini anlamaya yatkın olduklarını düşündürüyor. Daha doğrusu, bu yöndeki fikrimi teyit ediyor.
Eğer birisi gelip onların düzenini bozmazsa.
Bir menfaat ilişkisi, bir güç, muktedirlerin hırsı oradaki insanların hassas noktalarını kurcalamazsa, tahrik etmezse.
Peki biz, böyle bir kültürün mirasçıları olarak şu Ortadoğu’da birbirimizi niçin boğazlayıp duruyoruz?
Cevabı bir önceki cümlede gizli.
Kurcalıyorlar, karıştırıyorlar.
Doğru noktadan uzaklaşmışız.
Aslında Hatay Dersi’ne hepimizin
çalışması lazım.