Yıllar önce… Neredeyse 30 yıl oluyor, Müfit Yüksel’le Tarık Zafer Tunaya’da Alevilik üzerine bir program yaptık.
Ben sunucuyum, Müfit Yüksel konuşmacı.
Müfit programa bir bavul dolusu kitapla gelmiş. Çoğu birkaç yüz yıllık Alevi-Bektaşi eserleri.
Kitapların bazısında namaz, oruç gibi ibadetlerden bahsediliyor. Fakat aynı eserlerin çağdaş çevirilerinde bu bölümler atlanmış.
Müfit Yüksel orijinal metinle çevirileri karşılaştırıyor, seyirciye gösteriyor.
Aleviliğin bir mezhep olmadığını, bir meşrep, bir tasavvufi yol olduğunu söylüyor.
Soru-cevap faslında bir dinleyici (salon doluydu ve dinleyicilerin büyük ekseriyeti Aleviydi) “Peki Hocam” dedi, “Bize mezhebin ne diye sorulduğu zaman ne cevap vermemiz gerekiyor?”
“Siz bilirsiniz” dedi Müfit, “Hanefi’yiz bile diyebilirsiniz.”
Tırnak içine aldığım cümleler Müfit Yüksel’in cümlelerinin aynısı olmayabilir. Çok zaman geçti, hatırımda kalanı mealen söyledim.
Şenol Kaluç’un Aleviliği mezhepten ziyade bir tarik, bir yol olarak gören yaklaşımı Müfit Yüksel’den işittiklerimle uyuşuyor. (Şenol Kaluç, Alevilik/İnanç-Edep-Erkan)
“Bugün ülkemizin bulunduğu şartlar içinde yanlış bir şekilde Alevilik ile Sünnilik daha doğrusu farkında olmadan fıkıh mezhepleri Hanefilik, Şafiilik vb. ile kıyaslanmaktadır.”
Kaluç bu kıyaslamanın sağlıklı olmadığını, mutlaka bir kıyaslama yapılacaksa Sünni mezheplerle Caferiliğin, Zeydiliğin kıyaslanabileceğini söylüyor.
“Alevi dedelerine ‘Mezhebiniz nedir’ diye sorulduğunda ‘Biz İmam Cafer-i Sadık mezhebindeniz’ demeleri bu sebeptendir. Bektaşilerin büyük bir kısmı mezhep olarak Caferiliği benimsemekle beraber Hanefi olduğunu söyleyen Bektaşiler de vardır.”
“Alevilik Ali’yi sevmekse ben de Aleviyim” diye bir söz var.
Gerçekten, Hz. Ali’yi sevmeyen Müslüman hemen hemen yoktur.
Öyleyse hepimiz Alevi miyiz?
Kaluç bu sözün Alevilerde bir karşılığı olmadığını söylüyor. Bu sözle kastedilen ve “Alevilerin gözüne sokulmak istenen Hz. Ali’nin namaz kılan, oruç tutan, ibadet eden zahit yönüdür yoksa onun duruşu değildir. Bu nedenle yapıldığı sanılan iyi niyetli çağrı tam tersine insanları uzaklaştıran bir çağrıya dönüşmektedir.”
Ebrehe’nin ordusunu biliyoruz. Kur’an-ı Kerim’deki Fil Suresi’nden.
Peki Harre katliamını biliyor muyuz?
Bilenlerimiz var. Ama çok az. Mollalar anlatmıyor. İlahiyat Fakültelerindeki hocalar da pek anlatmıyor.
(Tam burada İlahiyat mezunu bir dostumun “Ben Harre katliamını okulda öğrenmedim. Birkaç yıl önce kitaplardan öğrendim” dediğini hatırlıyorum.)
Neden anlatmıyorlar?
Tarihi bir gerçeği öğrenmek bizi yoldan mı çıkarır?
Gerçekler bizi yoldan çıkaracaksa biz yolda sayılır mıyız?
İlahiyatlarda doğru dürüst okutulmadığına göre bu yazıyı okuyanlar arasında da bilmeyenler olabilir.
Küçük bir fasıl açalım.
Yezid ordusunun Kerbela’da Hz. Hüseyin ve ashabını şehit ettikten bir süre sonra Yezid’e itaat etmeyen Medine ahalisini şehri kuşatarak 1000 civarında Medineli’yi katl ettiği (rivayetler 10 bine kadar çıkıyor) ardından da şehri yağmalattığı elim hadise. Yezid şehri üç gün süreyle mubah kılmış.
Ne demek mubah kılmak?
Evlerine girebilirsin, yağmalayabilirsin.
Bu süre içinde tecavüzler olmuş. O tecavüzler sonucunda doğan çocuklara “Evladu’l Harre” denilmiş.
Medineli sahabeden de şehit olanlar var.
Yumuşatmaya çalışsan da çalışmasan da fecaat!
Hicretten 62 sene sonra. Miladi 682’de. (Hesap hatası yok. Hicri sene 36 senede bir fazla veriyor.)
Yezit ordusu daha sonra Mekke’yi muhasara ediyor, Kabe’yi mancınıkla dövüyor, tahrip ediyor, Halife Abdullah b. Zübeyr’i ve onu destekleyenleri katlediyor.
Abdullah b. Zübeyr halife mi?
Mekke’de halifeliğini ilan etmiş. Yezit’ten daha meşru sayılır.
Kaluç’un tavsiyesi:
“Ehl-i Sünnet Hz. Ömer ve Ebu Hanife gibi abidevi şahısların tavırlarını kendisine örnek almalıdır. Geçmişteki menfur hadiseleri meşrulaştıracak ve Müslüman bilincinden uzaklaştırıp sıradanlaştıracak yaklaşımlardan uzak durmalıdır.”
“Burada şu anlaşılmamalı, o günleri tekrar yaşayalım, birbirimize düşüp kavga edelim değil tam tersi Mehmet Akif’in dediği gibi geçmişten ibret alarak ‘Kur’ani Müslüman bilinci’ne ulaşabilmek için.”