Cemal Paşa’nın karargahı şehre hakim. Orada duruyor. İçinde Cemal Paşa yok.
Fiyakalı bir bina. Arazisi, Kral Wilhelm’in Kudüs ziyareti sırasında Sultan Abdülhamid tarafından hediye edilmiş. Almanlar araziye hastane ve kiliseden oluşan bir kompleks inşa etmişler.
Cemal Paşa bu binadan savaşı yönetmiş. Maalesef, Filistin’in İngiliz General Allenby’ye teslimini amir evrakı da, tam yüz sene önce, bugünlerde (Aralık 1917) bu binada imzalamış.
Cemal Paşa’dan sonra binaya İngilizler yerleşmiş.
Şimdi hastane.
Neresi burası?
Zeytindağı.
Cemal Paşa’nın yaveri Falih Rıfkı karargahın kulesinden Lut Gölü’nü, Ürdün kıyılarını, neredeyse bütün Filistin’i görüyor. Sayıyor buraları ve ilave ediyor:
“Daha aşağıda Lübnan var, Suriye var; bir yandan Süveyş Kanalına, öbür yandan Basra körfezine kadar çöller, şehirler ve hepsinin üzerinde bizim bayrağımız! Ben bu büyük imparatorluğun çocuğuyum.”
Üzülmüş müdür Cemal Paşa anlaşma evrakını imzalarken?
Muhakkak.
Ben bile, 100 sene sonra üzülüyorum.
Bize üzülmek yakışır.
Endülüs’te, Melik Ebu Abdullah Sierra Nevada’nın eteklerinden El-Hamra’ya son kez bakarken... Buranın adı ‘Suspiro del Moro’dur. Moro’nun Hıçkırığı.
Moro? Mağribi... Müslüman. İspanyolların Endülüs Müslümanlarına verdiği isim.
Ebu Abdullah, ağlıyordu, El-Hamra’ya bakarken.
Annesi Ayşe, “Erkekler gibi savaşmadın, yakışır sana kadınlar gibi ağlamak” dedi Ebu Abdullah’a.
Biz ise, savaştık ve yenildik. Durumumuz budur.
***
‘Cebel-i Mükebber.’
Filistinliler öyle diyor.
Tekbir Dağı.
Niye Tekbir Dağı, biliyor musunuz?
Hz. Ömer, Kudüs’ü teslim almak için geliyor. Tam bu tepeden, Peygamberler şehri Kudüs görünüyor.
Aşağıda, daha önce bahsettiğim milyon dolarlık mezarlar.
Ömer, tam burada, bu muhteşem şehri gördüğü noktada, bu şehri Müslümanlara nasip eden Cenab-ı Rabbülalemin’e şükrediyor.
Tekbir getiriyor.
Ömer’in tekbiri, Ebu Abdullah’ın hıçkırığının tam tersi.
Burada aramaz mısınız Cebel-i Mükebber’de Ömer’in tekbir getirdiği anı?
Ebu Abdullah’ın hıçkırığına benzer bir hıçkırık, düğümlenmez mi boğazınızda?
‘Mükebber’ tekbir getirilen yer anlamına geliyor.
Filistinliler’in bu tepeden bahsederken ‘Cebel-i Mükebber’ demesi, o hatırayı bugün, kulağımıza kadar getirmesi hoşuma gitti.
Hz. Ömer, şehre girdikten sonra Mescid-i Aksa’nın yerini sordu.
Gösterdiler.
Çöplüktü. Eliyle temizlemeye başladı. Beraberindekiler de öyle yaptılar.
Sonra oraya Mescid-i Aksa inşa edildi.
Bilmiyordum. Bize rehberlik eden arkadaşımız Halis Mutlu’dan öğrendum. Kuds-i Şerif’te ilk ezanı efendimiz Bilal-i Habeşi okumuş.
(Aah! O Bilal’in ezanları! Hele Medine’deki son ezanı.)
Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü yeniden fethettiğinde ezanı kim okudu acaba?
Elimizde böyle bir bilgi yok.
Ama Selahaddin’in, Kudüs’ün Haçlıların elinde olmasından dolayı çok hüzünlendiğini, koca sultanın zaman zaman ağladığını, bir müddet, günde bir iki lokmadan başka bir şey yemediğini, içmediğini, günlerce gözüne uyku girmediğini biliyoruz.
Selahaddin’in hüznüne benzer bir hüzün, onun uykusuzluğuna benzer bir uykusuzluk var mı bizim adamlarımızda?
Burada konuşuluyor. Katar’ı sıkıştırmak için bir sürü Şeyh birleşti. Kudüs için kılları kıpırdamıyor!
Tek dertleri kendi konforları, kendi koltukları.
***
Şimdi o fetih günleri, Ömer’ler, Selahaddin’ler bize Kaf Dağı’ndan daha uzak.
Falih Rıfkı’nın anlattığı günler bile...
Şehirde gergin ve kaygılı dolaşıyorsunuz.
Birer birer herkesin ve her şeyin kuşatıldığını hissediyorsunuz.
Çarşı, pazar, camiler, dükkanlar... Her taraf gergin.
Harem-i Şerif’in etrafında eli tetikte askerler. Bu gerçek. Çift çift dolaşıyorlar, birinin tüfeği omuzunda, birininki namlusu aşağı dönük ve elinde.
O kuşatılmışlığın ortasında, kimsesiz, savunmasız, sessiz, Naci el-Ali’nin Hanzala’sı.
Hanzala’nın arkası bize dönük.
Neden acaba?
Kırgın mı bize?