İstediğini hayal et, mesela işlerinin hep rast gideceğini düşün.
Memleketimizin, insanlarımızın bütün dertlerinden kurtulacağını.
İdarecilerimizin merhametli ve adil olacağını.
Geçim sıkıntısının ortadan kalkacağını, irili ufaklı bütün hayat sınavlarının başarıyla geçileceğini.
Bütün insanların iyi insanlar olacağını, kötülüğün borusunun artık ötmeyeceğini.
Dünyada zulüm kalmayacağını.
Kurtla kuzunun aynı çimende oynaşacağını…
Gözünde canlandır, bir dünya dolusu mutlu insan.
Kimse kimsenin tavuğuna kış demiyor.
Kuramazsın böyle bir hayal.
Hayatın gerçekleri her adımda hayallerinin önüne dikilir.
Kurdun kuzuya sataşmayacağını, ansızın dişlerini boynuna geçirmeyeceğini hayal etmekte zorlanırsın.
Israr et. Hayatın gerçeklerinin üstünden atla, zihninde tamamla hayalini. Nasıl olsa hayal dünyasındasın, yürü.
Yaz kurduğun hayali, bir senaryo gibi.
Sonra oku ve fikrini söyle.
“Güzel oldu” dersin büyük bir ihtimalle. Fakat eğer objektif bir yargıya varmayı önemsiyorsan “Saçma” olduğunu da itiraf edersin.
Mesela Filistin’in özgür olduğunu düşünebilir misin?
Ramallah’taki ya da Gazze’deki bir Filistinlinin mutedil bir Akdeniz sabahında sükunetle evinden çıkacağını, kimsenin, bir Yahudi yerleşimcinin ya da İsrail polisinin ona sataşmayacağını, önünü arkasını kollamadan işine gidebileceğini, akşam pazara uğrayıp nevale alacağını, karısının ve çocuklarının babamız geliyor diye onu kapıda karşılayacağını…
İsrailli’nin ona öfkeyle bakmayacağını. Onun da İsrailli’nin yanından selam vererek geçeceğini.
Gazzeli bir balıkçının denizde türkü söyleyerek ağlarını toplayacağını, selametle sahile döneceğini, balıklarını sattıktan sonra kimse ona sataşmadan hanesine vasıl olacağını…
Bizim de Yunan adalarına veya Datça’ya gider gibi elimizi kolumuzu sallaya sallaya Gazze’ye tatile gideceğimiz günlerin geleceğini…
Zihniniz gerçekliğin çelmesiyle tökezlemeden, yere kapaklanmadan hayal edebilir misiniz?
Böyle şeylerin hayalini kurmayı denediğim oluyor.
Hayatın gerçekleri, Netenyahu’nun kana susamışlığını dışa vuran yüz ifadesi, Gazze’deki parçalanmış çocuklar, yıkılmış evlerin üstünde tüten zehirli simsiyah dumanlar, ağlayan bir annenin çığlığı, bin küsur kilometre uzakta olduğum halde canımı yakan insan acıları kurmaya çalıştığım hayali tekme tokat yere seriyor.
Öyle çok kötülük, o kadar çok zulüm, o kadar çok kan, o kadar çok acı birikti ki o topraklarda…
İsrail, o topraklara dikilmiş bir kötülük şeceresi olarak yaptıklarını biliyor. Sabra’yı, Şatilla’yı, Deir Yasin’i, daha nicelerini…
Kafası parçalanmış çocukları, fosfor bombasıyla yakılmış insanları, bizim bilmediklerimizi, unuttuklarımızı, hepsini biliyor.
Hudutsuz pişkinliğinin, hudutsuz merhametsizliğinin kaynağı bu bilgi.
Yaptıklarının, ettiklerinin, bütün barış hayallerini imkânsız kıldığını da biliyor.
Bu kadar kötülük biriktirmeseydi bugün daha çözülebilir bir Filistin sorunumuz ya da İsrail sorunumuz olur muydu?
Bilemeyiz. Belki de olurdu.
Biriktirdiği bunca kötülükten sonra bir Filistinli’nin kendi toprağında, Filistin’de özgürce yürüyebileceği, umursamaz bir yüz ifadesiyle elini kolunu sallaya sallaya yanından geçip gidebileceği düşüncesini semtine bile yaklaştırmak istemiyor.
Bir gün gelir mi?
Yüz yıl sonra… Üç yüz yıl sonra… Beş yüz yıl sonra…
İsrail’in arkasındaki kuvvet zevale ersin, içindeki canavar ihtiyarlasın, çöksün.
Roller değişsin.
(Bir temenni: Tarihin hangi zamanında olacaksa… Roller değişse bile Filistinli zalim olmasın.)
Bunlar tarihte olmamış şeyler değil, olmayacak şeyler de değil.
Muhtemelen İsrail o gelecekten korkuyor.
O ülkede dolaşırsanız o korkuyu, gelecek korkusunu insanların yüzlerinde, gözlerinde görürsünüz.
Belki de İsrail, zulmünde ısrar ederek, zulmünü her gün biraz daha büyüterek o geleceği ertelemek istiyor.