Annem ve babam bu köyün kabristanında medfun. Burayı kendi köyüm sayıyorum. Trabzon’da ve Düzce’de başka köylerim de var ama sanki annem ve babamı kabristanına bıraktıktan sonra burası daha çok ‘bizim köy’ oldu.
Burada üç dayım var. Hasan, Ali ve İsmail.
Çoğunu neredeyse elli yıldır tanıdığım komşularımız da var.
Rahmetli Mevlüt abinin oğlu Savaş Kesikbaş yeniden muhtar seçilmiş.
Eski arkadaşım Tuluğun Recep (Coşkun) seçimi kaybetmiş. Duyduğum kadarıyla Recep komşulara kırgınmış.
Bayram namazından sonra camiin avlusunda bayramlaştık.
Eskiler göçüp gidiyor. Cami avlusunda tanımadıklarım tanıdıklarımdan daha fazla.
Hayatın faniliğini buralara gelince daha iyi fark ediyorum.
Kabristandaki tanıdıklarım da dışarıdaki tanıdıklarımdan daha fazla.
Bir karış toprak yüzünden veya eften püften sebeplerle birbirleriyle küstüklerini, birbirleriyle dövüştüklerini bildiğim komşuların aynı kabristanda sessiz sedasız komşuluklarını sürdürmeleri de eğer ibret alasınız varsa ayrı bir ibret vesilesi.
Hakkında ihtilafa düştükleri toprak yerinde duruyor. Onlar gitti. Keşke dövüşmeseydiler.
Bazı küslüklerin yeni nesiller tarafından sürdürülmesi de tuhaf. Görmüyor musunuz mezarlığı, anneleriniz, babalarınız, bir alem-i sükutta sessiz sessiz yatıyorlar?
Bu köye gelip de kabristanı ziyaret etmemişliğim yoktur.
Follu’nun Kahvesi’ne uğramamışlığım da yoktur.
Hemen ekleyeyim, kahvedeki tanımadıklarımın sayısı da tanıdıklarımdan daha fazla.
Annelerini, babalarını tanıdığım için simalarından gençlerin kimin çocuğu olduklarını tahmin edebiliyorum. Bu olsa olsa Remzi’nin oğludur, bu da Hikmet’in. Ama onlar beni bilmezler.
Ama hala bana yetecek sayıda akran bulabiliyorum.
Follu’nun Kahvesi’ni hayli zamandır yazmıyordum.
Çünkü kahvedeki politik sohbetlerde yakın zamana kadar bir değişiklik yoktu.
Tayyipçiler Tayyipçi, muhalifler muhalif. Ara sıra küçük laf atmalar dışında her şey aynıydı.
Bu defa bariz farklılıklar gördüm.
Bazı fanatik Ak Partililerin kafası bozuktu.
Hemen söyleyeyim, bunlar, yani hangi partiyi tutarlarsa tutsunlar, köy ahalisi genellikle iyi insanlar.
Bazen onlara da söylerim, siz, hepiniz, yüz yıl yaşasanız, yüz yıl boyunca hep kötülük yapsanız, Ankara’da ya da İstanbul’da yetkili bir siyasinin birkaç dakika içinde yapabileceği kadar kötülük yapmayı başaramazsınız.
Siz en fazla bir tavuk, bilemedin bir inek çalarsınız. Ya da komşunuzun sınırını ihlal edersiniz.
Ankara’daki, İstanbul’daki büyükleriniz birkaç dakikada bu köyün toprağının tamamı kadar hak, hukuk ihlali yapabilir.
Bazen, yolsuzlukların nasıl yapıldığını anlatırım.
Ama anlattığımı anlamaya çoğu zaman muhayyileleri kâfi gelmez.
Bu yüzden fazla üzerinde durmam. Herkes bildiği gibi düşünmeye devam etsin.
Konuyu Halil Dayı’nın Mehmet açtı.
“Tayyip emeklilere bir beş bin lira veremedi” dedi.
Arka taraftan “Memura 8 bin lira verdi ama” cümlesini duydum. Kızaluğun Veysel miydi?
Her şeyden de haberleri var.
“Memur Tayyip’e bir tane oy vermez” diyor Hasan Dayım.
“Suriye’lilere 40 milyar dolar harcadım, 40 daha harcarım” demiş Tayyip, ondan kaybetmiş.
“Ulan Suriyelilere veriyorsun, kendi emekline vermiyorsun.”
Bunların hepsi sıkı Ak Partili’ydi.
Şimdi o kadar değiller.
Bazısı Yeniden Refah’a oy vermiş bazısı bağımsıza.
Ali Dayım çok kızmış. “Bir daha Tayyip’e rey mey vermem” diyor.
Mehmet, “Gene düzeltirse Tayyip düzeltir” cümlesini araya sokmaya çalışıyor. Ali dayım Mehmet’in sözünü kesiyor: “Hiçbir şeyi düzeltemez.”
Mehmet sandık başında oy verecek kimse bulamamış, eli başka yere gitmemiş yine Ak Parti’ye vermiş. Bir daha verir mi bilmem.
Kahve ahalisinin yaptığı keskin dönüş beni de şaşırtıyor. Onları biraz daha dinlemek isterdim ama vakit yok.
Acelem var, daha Düzce’ye gideceğim.
Vedalaşıp ayrılıyorum.