Tuhaf bir şey değil mi? Bileğinizde bir damar var. Oraya başparmağınızla hafifçe bastırıyorsunuz. Buna nabız tutmak deniyor. Oradaki damar dakikada kaç defa titreşiyor? Saatinize bakarak hesap ediyorsunuz. Buna da “nabız ölçmek” deniyor.
Bir de “siyasetin nabzını tutmak” var.
Bir kahveye, mesela Follu’nun Kahvesi’ne oturup insanların siyasi meseleler hakkında neler konuştuğuna kulak verdiğiniz zaman nabız mı tutmuş oluyoruz?
Cemiyetin bileğindeki damar, Follu’nun Kahvesi mi?
Başka bir yerde nabız değişik atmaz mı?
Fısfıslı bir aletle mi ölçüyorsun nabzı, dijital aletle mi?
Pürüz çıkarma. Kelimelerin canını sıkma.
Çok hassassan git başka yerde de nabız tut!
“Nabız tutmak” deyince herkes muradını anlıyorsa bundan faydalan.
Diline itaat et.
İtaat ediyorum ve Follu’nun Kahvesi’nde cemiyetin bir kesimini baz alarak siyasetin nabzını tutuyorum.
Cemiyetin hangi kesimi?
Evvela yoksul. Sürünecek kadar yoksul değil, iyi kötü geçinecek kadar yoksul.
Üç beş kişi var işi gücü düzgün olan. İnşaat yaparak veya hayvan besleyerek yaşama standardını hiç olmazsa vasat bir seviyeye çıkartan.
Halil Dayı’nın Mehmet bunlardan biri.
“Buralardan ‘evet’ çıkar” diyor, “Bizim köyde 270 rey var. Bunun 240’ını Tayyip alır. Her zaman böyledir.”
Tuluğun İrfan kendi pozisyonunu Orhan Seyfi Orhon’un (ilkokuldayken okuma kitabında gördüğü) “Kurt Masalı”ndan misal getirerek anlatıyor.
Hani Kurt, bir koyun görüyor. Yiyecek ama, koyun “ben güzel oynarım, oynayayım beni öyle ye” diyor. Oynarken kaçıp gidiyor.
Sonra at, “ben cins bir atım, beratım var. Beratımı getireyim sana da ne yediğini bil” diyor. Kurt izin veriyor. At da gidiyor.
Katır da “kemiklerim sert, satır getireyim, kemiklerimi kır öyle ye” deyip gidiyor. Tabii sonra ne gelen var de giden. Kurt, acından ölüyor.
İrfan abi masalı teferruatlı bir şekilde anlattıktan sonra, kurdun diliyle söylenmiş son bölümü ezbere okuyor.
Ben küçük bir kısmını aktarayım:
Bulmuştun bir semiz at
Ye etini sırt üstü yat
Nene lazım senin berat
Kadı mıydın behey sersem.
Hikayeyi anlattıktan sonra arkasına yaslanıyor İrfan Abi. Kafası da, gönlü de mutmain.
“Elli senedir, ne partiler, ne ihtilaller gördüm. Şimdi Tayyip’i bulmuşum, vazgeçmem” diyor.
Kızaluğun Recep, Hollanda’nın, Almanya’nın bize niçin kızdığını, bizi niçin istemediğini bir bir anlatıyor.
En çok üçüncü havalimanının üzerinde duruyor.
İsmail Tetik’in izahı daha ilginç.
Diyor ki, “Buradaki adam, ‘Talip’in kellesini alamadık’ diye hayıflanırsa, gavur helbet elinden gelen kötülüğü yapacak.”
“Talip dedi ki, bu memleketi sen yönetmeyeceksin, biz yöneteceğiz. Gavurun zoruna gitti.”
Demek ki Hollanda’nın, Almanya’nın faşistlikleri işe yaramış.
Kerizin Osman, “Biz ‘evet’ derük, başka bir şey demeyik. Eme, Hollanda Başbakanı ‘Bi yemek yerük, anlaşuruk’ dedi ya. Cumhurbaşkanı da ‘bizde öyle başbakan yok’ dedi. Bu yanlış oldu. Bırak, Başbakan kendi desin.”
Baksana Kerizin Osman’a... Nasıl da ince eleyip sık dokuyor.
Halil Dayı’nın Mehmet işin ekonomik boyutuna da temas ediyor.
“Burada herkesin iyi kötü maaşı var. Ya yeni gelecek olan, maaşı keserse? Biz Tayyip’ten vazgeçmeyik.”
Arkadaşlarının ‘Boncuk’ lakabıyla çağırdığı Hüseyin Ekrem anketlerin ortada gösterdiğini söyleyince İrfan Coşkun biraz alçak sesle izah ediyor:
“Bizimkiler gevşemesin diye, AK Parti anketleri tam açıklamıyor.”
“Peki senin tahminin ne?”
“MHP’den yüzde 4-5 gelirse ‘evet’ yüzde 60 çıkar.”
Kahvede komşu köyden, Fettah Kışla’dan bir konuk var. Adı Abdullah’tı galiba.
“Köylerden ‘evet’ çıkar” diyor. “Karaağaç fena değil. Fettah Kışla iyi... Ballar’da değişik çıkar.”
Bakıyorum, insanlar politikacıları yakından takip ediyor. Tartışma programlarını ilgiyle seyrediyor.
Piyasadaki her argüman köylünün kafasında yer işgal ediyor. “Evet”i izah ederken koalisyonları, darbeleri bir bir sayıyorlar.
Gördüğüm kadarıyla Follu’nun Kahvesi’nde motivasyon yüksek.
Kararsız kimse yok. Buradan “evet” tulum çıkarır.