"Yir gök bulududu. Yir de yoğudu, gök de yoğudu.”
Bunu lise yıllarımda mahalle kahvesinde oturan bir kasketli, kara kuru bir Alevi dedesi bana söylediğinde, tabii ki bu sözün eski metinlerdeki kitabi bir bilgiye temas eden bir yönü olabileceğini hesaba kattım.
Bu yüzden dedeyi ciddiye aldım. Fakat ne diyebilirdim? “Doğrudur” dedim sadece.
Şimdi çözdün mü mevzuyu? Anladın mı ne demek “Yir gök bulududu?”
Ne bileyim ben anlayıp anlamadığımı?
Ama zamanla, şu meşhur Big Bang teorisinin en azından bir safhasına benzettim.
Alimler atom altı parçacıkların hareketlerinden, patlamalardan, maddenin kainata yayılmasından hatta kainatın boşluğa yayılmasından bahsediyor olabilirler.
Ama ‘arif’ler tasvir etmesi çok müşkil olan bu hali bulut gibi görebilirler.
Ya da dede başka bir şeyden söz ediyordu, bu dediklerim benim kuruntularımdı.
Fizik ilginizi çeker mi hiç?
Madde nasıl madde oluyor? Nasıl katı, sıvı ya da gaz oluyor. Neden sarı, kırmızı veya mavi oluyor? Renkleri maddenin hangi özelliği oluşturuyor? Boşluk ne? Kainat nasıl sürekli genişliyor? Zamanın ve maddenin büküldüğü, aklın alamayacağı şekilde yoğunlaştığı kara delikler ne?
Böyle sorular sorar mısınız?
Böyle soruların cevaplarını merak eder misiniz?
Ya da “O, yedi göğü tabaka tabaka yarattı. Rahman’ın yaratışında bir uyumsuzluk göremezsin. Çevir bakışlarını, bir fütur, bir kesinti görüyor musun?”
“Sonra tekrar bak. Bakışların aciz ve bitkin olarak tekrar sana dönecektir.”
Nedir bu mükemmellik? Yani nasıl mümkün oluyor?
Amaaan! Başka işin mi yok? Bak hükümet ekonomi paketi açıkladı. Muhalefet içinde bir şey yok diyor. Öte yandan Mısır’la ve İsrail’le barışıyoruz. İç güçler, dış güçler, yedi düvel ortalıkta cirit atıyor. Covid 19 dünyanın anasını ağlatıyor. Onlara baksana?
Tamam, bakıyorum onlara.
Ama bir taraftan da o sorulara bakıyorum.
Vaktimin bir kısmını bu soruların cevabını araştıran kitapları okumaya tahsis ediyorum.
O soruların cevapları, bazen bu güncel meselelerin anlaşılmasına da yardımcı oluyor.
O kitaplar, gerçekliği şu veya bu şekilde açıklamaya çalışıyor olabilir.
Ama eminim, ben okuduğumda, o kitap, yazarının yazdığından başka bir muhteva kazanıyor.
Benim zihnimle, benim aklımla o kitabın içindeki aklın karışımı olan başka bir muhteva.
Yani adam isterse benim kafama hiç uymayan bir şey söylesin.
Sonuçta, bendeki bilgiyle temasa geçince, o bilgi veya teori bir işleme maruz kalıyor. Yeni bir şeye dönüşüyor ve bu kısmını yazarının kontrol etmesi mümkün değil.
Benimle ilgili değil. Herkeste olur bu.
Eğer kitaplardan korkmuyorsanız ve okuduklarınız karşısında zihniniz pasif değilse.
Albert Einstein’ın, Stephan Hawking’in veya başka bilim adamlarının kitapları kainatı anlamanız için, bilimin diliyle, bazı ipuçları sağlayabilir.
İpuçları sadece.
Çünkü “Bakışlar O’nu idrak edemez.”
Çünkü “O’nun ilminden, O’nun dilemesi olmaksızın bir şey ihata edemezler.”
Son zamanlarda bu türden sorulara aşina olanların ilgi duyacağını düşündüğüm iki roman okudum.
Yanlış okumadınız. Roman.
Romanın birinin adı “Tanrı’nın Formülü.” Diğeri de “Süleyman’ın Anahtarı.” (Pegasus.)
Yazarı Portekizli. Jose Rodrigues dos Santos.
Jose Saramago’dan ders aldığını söyleyemem. Hele ‘Süleyman’ın Anahtarı’ndaki olay örgüsü, zamanlamalar, çok üstünkörü.
Ama romanları cazibeli kılan olay örgüsü veya içindeki -olmayan- anlatım incelikleri değil.
İçindeki bilimsel ve felsefi tartışmalar.
Yazar her iki romanın başına aynı notu koymuş:
“Burada sunulan bilimsel verilerin tümü gerçektir; fizikçi ve matematikçiler bu romandaki bilimsel teorileri savunmaktadır.”
Bu romanlarda ne gibi zihin açıcı tartışmalara rastladığımı Allah izin verirse önümüzdeki hafta sonu anlatmaya çalışacağım.