İlk tanıdığımda galiba sakalsızdı. Akabe Kitabevi’nde görmüştüm. Zafer Çarşısı’ndaki Akabe değil. Daha oraya taşınmadan. Bayındır Sokak’taki Akabe’de.
Sonradan, gür, zeytin gibi simsiyah sakallarıyla yerleşti hafızamıza.
Şimdi sakalları yine gür, ama bembeyaz.
Süleyman Özdil tanıştırmıştı bizi. ‘Fatih, Yusuf.’ ‘Merhaba, merhaba...’
O günlerden beri, yani 40 yıldır dostuz.
Görevi neydi bilmiyorum. Akabe’de o duruyordu.
Kim Fatih?
Fatih Yurdakul.
Kitap emekçisiydi. Eski model bir çantanın içine doldurduğu kitapları dolaşıp pazarladığını hatırlıyorum.
Akabe Zafer Çarşısı’na taşınınca işletmesi sevgili dostumuz, ağabeyimiz Recep Yumuk’a verildi.
Allah razı olsun, Recep Abi bizi hiç yüksünmedi.
Derken, Fatih Yurdakul da, Zafer Çarşısı’ndan bir dükkan kiraladı.
Artık biz ikisine de uğramaya başladık.
Ama nasıl uğrama. Öğle sıralarında piyasaya çıkıyoruz. Doğru Zafer Çarşısı’na gidiyoruz. Orada akşama kadar pinekliyoruz.
Bir ara Fatih’e tezgahtarlık da yaptım.
Kitabı sadece ‘satan’ bir emekçi değildi Fatih. Okurdu da. Hala iyi okuyucudur.
Biz, orada, hem birbirimizin, hem de, aklımızın erdiği kadarıyla, memleketin, milletin derdiğini paylaşırdık.
Paylaştığımız şeyin çoğu, aslında yoksulluktu.
O yoksulluğun nasıl bir zenginlik olduğunu kelimelerle anlatamam.
Fatih’in, ilgilenmediği dert yoktu.
Uzmanlık sınavına giren yeni mezun bir arkadaşın derdiyle de, iş arayanlarla da, yatacak yurt arayan talebeyle de, taşradan gelen gariban hastalarla da, kendi talebesiymiş, kendi hastasıymış gibi ilgilenirdi Fatih.
O dostluğu paylaşan isimleri saysam, kendi çapında bir sosyolojiyi, bir tarih kesitini anlatmış olurum.
Dükkanda ne bulursak bölüşürdük.
Daha çok, Fatih’in bulduğu şeyi bölüşürdük.
Fatih Yurdakul iyi kötü yedirir içirir, bize akşamı ettirirdi.
Bizim ona faydamız olur muydu?
Belki olurdu. Olduysa söylemek bana düşmez, o söylesin.
Neticede, Fatih, hiçbir zaman bütçesini denk düşüremezdi.
Her zaman biraz eksik. Bir tarafı kapatsa öteki taraf açık kalıyor.
Ama yürüdü geldi işte bugüne kadar.
İnsanların yükünü çeke çeke geldi.
O yıllarda yokluğu paylaşıp sonradan varlığa kavuşunca kaybolup gidenlerin sayısı herhalde vefakarlardan daha fazladır.
Ama olsun. Fatih’in, her hangi bir yükü çekmekten dolayı müşteki olduğunu hatırlamıyorum.
Sonra bir müddet Adil Han İş Merkezi’nde devam etti Fatih Kitabevi.
Şimdi, en son, Hamamönü’nde bir dükkana taşındı.
Ben, yeni açıldığı günlerde gittim.
Gittiğimde, Zeki Ertürk’ü de gördüm.
Zeki, ‘Allah daima iyi yerlerde karşılaştırsın’ diye dua etti.
Zeki’yle iki gün önce Fatih’teki Kudüs mitinginde de karşılaşmıştık. Duasında o karşılaşmaya gönderme vardı.
Yeni dükkan, geleneksel Ankara evleri tarzında bir bina. İki katlı, güzel bir mekan.
Fatih oraya yeni, güncel kitapları da getirtmiş. Yani, aradığınızı bulursunuz.
Adetimdir. Ankara’ya yolum düştüğünde Fatih’e mutlaka uğrarım.
Geçen hafta Fatih Yurdakul’dan bir mesaj aldım.
Bir açılış yapmış Fatih Yurdakul.
Gönderdiği resimde Nuri Pakdil, eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Hakan Albayrak ve Necip Evlice’yi de gördüm.
Diyor ki, “Aziz dostlar, bugün itibariyle Fatih Kitabevi Sakarya Mah. Gebze Sok. No 19 Hamamönü Ankara adresinde faaliyetine başlamıştır.”
Fatih Kitabevi’nin, arzu edenler için ikramları da var. Ev yapımı çorba, börek, başka güzel şeyler.
Hepsi güzel, ama Fatih en güzel ikramı dostluktur. Kardeşliktir.
Lütfen, Ankaralılar ihmal etmesin. Kitabın ve dostluğun mekanı olarak bir kenara kaydetsin. Kaydetmekle kalmasın, ara sıra uğrasın.