Biz Ankara’dayken, Ankara’da iki Süleyman Kalkan vardı. İkisi de Mülkiyeli. Biriyle günaşırı karşılaşıyoruz, görüşüyoruz. Birinin adını günaşırı olmasa da sıkça işitiyorum ama hiç karşılaşmıyoruz.
O hiç karşılaşmadığım Süleyman Kalkan’la karşılaşmak hala müyesser olmadı.
Hatta bir gün randevulaştık. O Vakıfbank’ın Genel Müdürüydü. Yeni Şafak’tan bir heyet halinde gidecektik. Bizim heyet gitti görüştü. Ben geç kaldım. Ben binaya girerken bizimkiler çıkıyordu.
Girip görüşebilir miyim?
İmkansız. Zira ikinci bir heyetle görüşmeye başlamış. Telefonda tanışmakla yetindik. Bakalım bundan sonra görüşebilecek miyiz.
Öteki Süleyman, şair, yazar. Tabii ki Zafer Çarşısı’nda, Recep Yumuk’un mekanında, Akabe Kitabevi’nde görüşüyoruz.
Soyadını çokları bilmez. Biz de kullanmıyoruz artık. Çünkü o, hepimizin öğretmeni -Süleyman’ın daha çok öğretmeni- Nuri Pakdil’in verdiği isimle Süleyman Sahra.
Nüfus kağıdındaki soyadından daha güzel, Nuri Bey’in verdiği. (Süleyman soyadını ifşa etmemden rahatsız olur mu diye bir endişe yok değil içimde.)
Süleyman Sahra, o zamanlar saçları, sakalları simsiyah ve uzun. Biraz da kıvırcık. Yakışıklı ve esmer.
Saçının ve sakalının iyice ağardığı sonraki yıllarda da çok sık olmamakla beraber, görüştük Süleyman’la. Eskisi gibi ‘devrimci’ Süleyman Sahra’ydı.
Ankara’da Fatih Kitabevi’nden son aldığım kitaplar Süleyman Sahra’nın ‘Sütdili’ ve ‘Ar’ıydı. İkisi de Ebabil’den çıkmış.
Bu arada, az önce Fatih Yurdakul’u aradım ve Fatih Kitabevi’nin yine Hamamönü civarında ama daha işlek bir mekana taşınmakta olduğunu öğrendim. Hayırlı, bereketli olur inşallah.
Diliyle, tercih ettiği formuyla kendisine mahsus bir şiiri var Süleyman Sahra’nın.
Şimdi, onun yazdığı gibi yazamam. Farklı ‘hurufat’ kullanmış.
Ben, bir kıyamet uyarısı olarak okudum. ‘Yıkoluş’tan seçtiğim bölümü kısaltarak ve okunabilir fontlarla aktarıyorum.
“ne yazılsa ne söylense kaçılmaz ve kaçınılmaz yazı geri döndürüyor bizi kendimizle yüzleşmeye. Mühendisler, işadamları, uzmanlar, gazeteciler, memurlar ve seçilmişler ile seçilmemişler enkaz diyor kendi tanıklıklarının adına. Yani yıkıntı, daha doğrusu yığdıklarımızdan doğmuş bir yığıntı. (...)Artık tanığız ki onun kaçması bile olamayacak. Çünkü tıpkı bizim gibi ve elbet yıkılmazlıkla zırhını hiç çıkılmayacak bir mezara hazırdır yaptıkları. Aynasını değiştirmekle, parlatmakla kişi, olamayacağından bir başka biri, duyamayacak son kalkış sesini./kaçacak yer nere”
Aynı kelimenin içinde bile değişebilen karakterler bir anlam ifade ediyor tabii. Hepsi alternatif okuma önerileri. Ben burada gösteremedim. Siz, ‘Sütdili’ni edinirseniz okuma önerilerini görürsünüz ve Süleyman Sahra’nın şiirine daha çok yaklaşırsınız.
Sonraki şiirlerinde ‘hurufat’la yaptığı anlamı ve anlamayı çoğaltma seçeneğine daha az müracaat ediyor Sahra.
“Ağlasan denize ileniyorum/Onun suçu bu tuzlu su.”
Hiçbir hurufat oyunu yok. İhtiyaç da yok zaten.
“yok artık savaşmam/fırtına var yel eksik/yangın var ateş eksik/tufan var su eksik/zelzele var yer eksik/savaş yok ali eksik/ölüm yok can eksik”
Bu, “Ali çoktur Şah-ı Merdan bulunmaz” demenin bir başka şekli.
“gelişim ağlamakla alem güler iken/alem ağlar ben gülerim gider iken”
Evet, biraz Rumi. Ama Yunus da var.
“gözsüzden kartal icat ittim kulaksızdan yarasa/dilsizdeki nutk dahi cümle aleme malum ola”
“Sütdili”ne takıldık kaldık.
“Ar” Üstad Sezai Karakoç’a ithaf edilmiş. Şöyle ifade edeyim. Bu kitapta “Hızırla Kırk Saat"i selamlamış Süleyman Sahra.
“evden çıkar çıkmaz/kuyudan su çekiyor/ürkek annem/dökmek için ardımdan/bakışına bulut topluyor/bezgin babam/yağdırmak için önümden/gölgesini bürünüyor/mahcup zevcem/özletmek için göynümden”
Destansı bir yürüyüş için güzel bir girizgah.
“ben oyum o son/yedinci oğuldan sonra doğan”
“uzasın dünya sürgünüm/ki öcümü alayım”
Destan, bir öç alma sahnesiyle değil, gerçek hayatta da tecrübe ettiğimiz gibi, temennilerle nihayet buluyor.
“ateşten geçen bürünsün/İbrahim hicabından/serinlik için/dökünsün/suyunu eyyup sabrından/yüzmek için içsin/suyundan hacer koşusunun/dalmak için/derinliğince insin/hızır kayasının/çıkmak için karaya/ismailce olsun boyun eğikliğin”
“Silindi her hatıra/rahmetten başka”
“artık uzan/gelmeden fecr/doğmadan güneş batıdan/yum gözlerini de gör/gözlerin açıkken görmediğini”
İşte, benim tanıdığım Süleyman bu şiirlerin şairi.