Eskiden, ilk gençlik yıllarınızda okuduğunuz bir kitabı aradan 30 yıl 40 yıl geçip yaşınız kemale erdikten sonra tekrar okumak anlamlı mıdır?
Bazı kitaplar için kesinlikle evet.
Nedir o bazı kitaplar?
Oturup sayamam şimdi. Sayısı çok.
İnsanların ‘temel eserler’ dediği kitapların çoğu bu kapsama girer.
Büyük şiirler, büyük destanlar, büyük oyunlar…
Evet, bir defa okudunuz. Ya da okumaya başladınız, sıkıldınız, bitirmeden bıraktınız ama yazarının ne anlattığı konusunda bir fikriniz oluştu ve bunu kendiniz için yeterli buldunuz.
Şimdi, eğer işiniz başınızdan aşkın değilse, daha faydalı bir meşgaleniz yoksa yeniden okuyabilirsiniz.
Sonraki okuyuşunuzda ilk okuyuşunuzda görmediğiniz birçok inceliği görme ihtimaliniz var.
Aynı siz değilsiniz çünkü.
Aradan yıllar geçti. Tecrübe kazandınız. Gün gördünüz, yaş yaşadınız.
Şekspir’in Hamlet’ini veya Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını oturun okuyun bakalım, ilk okuduğunuz kitap mı?
Beğenmediğim kitapları da tekrar okusam olur mu?
Neden olmasın?
Neden beğenmediğinizi hatırlarsınız. Ya da aslında o kadar kötü olmadığını ilk okuyuşunuzda yazara haksızlık ettiğinizi düşünürsünüz.
Son yıllarda okumaya eskisinden daha çok vakit ayırabiliyorum.
Bazen okuyacak kitap sıkıntısı da çekiyorum.
Yeni, zihnimi açan, ufkumu genişleten kitaplar buluyorum bazen.
Bazen de bulamıyorum.
Bulamadığım zaman eskilere dönüyorum.
Elias Canetti’nin Körleşme’si bunlarda biriydi mesela.
İlk okuyuşumda çok sıkılmıştım. Okudum bile denemez. Bitirmeden bırakmıştım.
Sonraki okuyuşumda insanın kendisini nasıl yalıtılmış bir hayata, yalıtılmış bir dile hapsedebildiğini, nasıl yalan bir dünya kurabildiğini daha açık seçik gördüm.
Prof. Kien kadar ya da Canetti’nin anlattığı şiddette değil ama bunu herkes yapıyor.
Kendi teorini kuruyorsun ve dışarıdaki dünyayı yanına yaklaştırmıyorsun.
Hem de okurken bir macera romanı okur gibi soluksuz okudum.
Bir faydası daha oldu Körleşme’yi okumanın.
‘Körlük’ün peşine düştüm ve Jose Saramago’yu keşfettim.
Saramago’nun Körlük ve Görmek’ini, sonra başka romanlarını okudum.
Son zamanlarda -bu sütunun müdavimleri biliyordur- Ankara Okulu’nun İslam Klasikleri’yle epeyce meşgul oldum.
Bu da bir yeniden okuma sayılır.
Daha önce başka eserlerden öğrendiğin ya da öğrendiğini düşündüğün bir takım tarihi meseleleri kaynağa daha yakın kitaplardan okuyorsun.
Taberi gibi İbn İshak gibi eski tarihçilerden.
Tarihi gerçekliğe biraz daha yaklaştığını hissediyorsun.
İlk öğretmenlerimizin kafamız karışmasın diye bizi fazlaca koruduklarını, bize temiz, dikensiz gül bahçesi gibi bir tarih öğretmeye çalıştıklarını anlıyorsun.
İyi mi yaptılar?
Emin değilim.
Onların tasvir ettikleri gül bahçesinden dışarı çıkınca rüzgârlı, bazen soğuk, bazen dumanlı hava çarpabilir sizi.
Dışarı çıkmazsanız da gül ya da gülsuyu kokuları içinde yarı baygın yaşıyorsunuz.
‘İslam Klasikleri’ okumalarım bugünlerde durdu sayılır.
Ara sıra göz atıyorum. Bir konuya bakmak için.
Evde, bir sehpanın üzerinde geçen ay vefat eden Mıgırdıç Margosyan’ın ‘Tespih Taneleri’ var.
(Diyarbakır şivesine aşina olanların büyük haz alacağı bir biyografik roman. Okursanız ‘Kafle’yi takip eden yıllarda Diyarbakırlı bir Ermeni ailenin verdiği hayat mücadelesini de yakından görmüş olursunuz.)
Bir başka sehpada Karamazof Kardeşler.
İlk okuyuşumda Karamazof Kardeşler’in içindeki ‘teolojik’ tartışmalar çok sıkıcıydı. Bitirmeden bıraktığı romanlardan biriydi.
Şimdi aynı tartışmalar bana çok tanıdık geliyor. Adım adım, satır satır okuyorum. Hiç sıkılmıyorum.
Bugün eski ve yeni okumalar bahsini Karamazof Kardeşlerden İvan’ın kardeşi Alyoşa’ya anlattığı bir öykü sebebiyle açtım.
İsa’nın engizisyon İspanyası’na dönüşünü tasvir eden bir öykü.
Haftaya kaldığımız yerden devam ederiz inşallah.