2011 şubatıydı. Asi Nehri üzerinde bir dostluk barajı kuruyorduk. Temel atma törenine Başbakan Erdoğan ve Suriye Başbakanı Naci el-Itri katılmıştı.
Güzel günlerdi o günler.
Erdoğan’ın temel atma töreninde yaptığı konuşma da güzeldi.
“Suriye ne kadar huzurlu olursa Türkiye de o kadar huzurlu olur. Bizler tarihin bizi birbirimize kardeş kıldığı milletleriz.”
“Esad kardeşimle, Itri kardeşimle aramızdaki bütün yapay meseleleri tek tek ele aldık, çözüm yoluna koyduk.”
Suriye’yle ortak banka kuracaktık, doğalgaz şebekelerimizi bile birleştirecektik.
Birleştiremedik.
“Suriye’den Türkiye’ye gelen turist sayısı vize kalktıktan sonra yüzde yüz artarak bir milyona, Türkiye’den Suriye’ye giden turist sayısı yüzde yüz elli artarak 1,5 milyona çıktı.”
Artık turist gelmiyor Suriye’den. Buradan da oraya Turist gitmiyor.
Dostluk Barajı’nın temelinin atılmasından bir ay sonra Mart ayında Suriye’de iç karışıklıklar başladı.
Birkaç ay sonra ne baraj kaldı ne dostluk.
Yılda bir milyon turist yerine sayıları her yıl arta arta 4 milyona ulaşan Suriyeli sığınmacılar geldi.
Biz o günlerde galiba ‘Arap Baharı’nın rüzgarına kapıldık.
Kaddafi’nin başına gelen Esad’ın da başına gelecekti.
Bingazi’de muhalifler Fransız bayrağıyla gösteri yapmıştı. Suriye’de bari geç kalmamalıydık.
Robert Kaplan’ın Eylül 2012’de basılan The Revenge of Geography kitabında (Coğrafya’nın İntikamı) “Bu kitap basıldığında Esad yönetimi iktidarda olmayabilir” yazıyordu mesela.
Belki de olayların akışını Kaplan’ın okuduğu gibi okuduk.
Tarih, bizim okuduğumuz istikamette seyretmedi.
Esad kan döktü. Zorlanınca İran’ın desteğini aldı. Yine zorlanınca Rusya’nın himayesine girdi.
Türkiye bu ihtimalleri sezemedi.
10 milyondan fazla Suriyeli evini ocağını terk etmek zorunda kaldı.
Yaklaşık 1 milyon Suriyeli katledildi.
O günlerde haklı olmak, olayların akışını, ‘zamanın ruhu’nu doğru okumak ya da yanlış okumak bugünkü gerçekliği değiştirmiyor.
Çok kötü oldu.
Çok acı.
Hiçbir vicdan bu ağırlığın altından kalkamaz.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun büyükelçilere hitaben yaptığı konuşmada sarf ettiği “Muhalefetle Suriye’deki rejimi bizim bir şekilde anlaştırmamız lazım” cümlesi Suriye’de bir politika değişikliği midir?
Henüz değil.
Ama bir değişiklik belirtisi olarak yorumlanabilir.
Türkiye, Suriye için rejimin ve muhaliflerin katılımıyla yürütülecek anayasal bir çözüm süreci üzerinde duruyor.
Muhtemelen sonunda bir genel seçimle iktidarın belirleneceği bir süreç.
Cenevre’de yapılan ancak sık sık inkıtaa uğrayan Suriye Anayasa Komisyonu müzakerelerine önem veriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir ara Suriyeliler’in “Herhalde Esad’a oy vermeyeceklerini” söylemişti.
Esad ise kendini güçlü hissettikçe ağırdan alıyor.
Kendisinin ve rejiminin meşruiyetini tartışmaya açmak istemiyor.
Yani yürümeyen bir süreç var Cenevre’de.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da bu sürece atıfta bulunuyor.
Türkiye’nin düşündüğü şekilde bir çözüm mümkün müdür?
Rejim, muhaliflerle oturup yeni bir anayasa yapar mı?
O anayasaya uygun olarak Esad’ın da eşit şartlarda yarışacağı bir seçim olur mu?
Rusya’yı, İran’ı, ABD’nin ve İsrail’in Suriye’yle ilgilenme tarzını hesaba katarak söylersek, mümkün değil.
Hele ‘dostumuz’ Putin, Esad’dan kolay kolay vazgeçmez.
Esad’la barışmamızı istiyor bile olabilir.
Son zamanlarda siyasi şartların seyrine göre, yaptığımız doğrulardan ve yaptığımız yanlışlardan dönmekte fazla zorlanmıyoruz.
Çavuşoğlu’nun açıklaması böyle bir zihinsel hazırlığın işareti olabilir.
11 yılda, ‘dostluk barajı’ndan nerelere geldik!