Son zamanlarda Cabiri okuyorum. Tam adıyla, Muhammed Abid el-Cabiri. Arap-İslam Aklının Oluşumu’nu okudum. Arap-İslam Siyasal Aklı’nı da bitirmek üzereyim. (Kitabevi Yayınları.)
Bu okumaların yazılacak tarafları elbette var. Fakat şimdi girmeyeceğim mevzuya. Ukalalık edip, Cabiri’nin meşrebini tenkit etmek isteyenler olabilir. Zahmet etmesinler. Benim ‘meşreb’im Cabiri’ninkinden farklı.
Şunu da söyleyeyim. Cabiri gibi bir entelektüelin mevcudiyetinin farkına varmak beni sevindirdi. Sonuçta adam çalışmış, bir ilim, bir fikir ortaya atmış. Allah sa’yini meşkur etsin.
‘Arap-İslam Siyasal Aklı’nda, bazı siyasi duruşları anlatıyor Cabiri.
Bakıyorum, bazı itikadi mezhepler, bir ‘siyasi durum’un mazur görülmesine öncelik vermiş ve bu öncelik, bazı itikadi umdelerin şekillenmesine sebep olmuş.
Tersi de doğru. Bir ‘siyasi durum’u mazur görmemek öncelik kazanmış ve bazı itikadi maddeler o siyasi durumu mazur göstermeyecek şekilde inşa edilmiş.
Demek ki insanların tabiatında var böyle bir şey.
Yoksa, ABD Başkanı Trump konusunda farklı fikirlere sahip olmak neden bu kadar belirleyici olsun?
Neden itikadi bir mesele gibi, bir hayat-memat meselesi gibi algılansın?
Neyse, Cabiri’nin fikir dünyamıza katkısını burada çarçur etmek istemem. Fazla ileri gitmeyeyim.
Makul bir üslupla Trump sonrası ilişkileri tahlile çalışayım.
Geçenlerde bizim ‘devlet aklı’mızın Trump konusunda ‘teenni’yle davrandığını yazmıştım.
Bu ‘teeni’yi anlamlı buluyorum.
Önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump’ın yaptığı telefon görüşmesinden sonra gelen açıklamalar da bu teenniyi yansıtıyor.
Benim anladığım, bir değişiklik meydana getirmek istiyor Türkiye.
ABD’nin Obama döneminde şekillenen Ortadoğu politikasında bazı tashihlerin yapılabileceği umudunu korunabildiği kadar korumak istiyor.
Keza, FETÖ’nün iadesi konusunda bir tutum değişikliği sağlamaya çalışıyor.
Bu politikalar bir günde, iki lafla değişmez. Bir çalışma, bir efor gerektirir.
Malum, ABD, Suriye’de bizim terör örgütü olarak bildiğimiz ve terörüne maruz kaldığımız PYD ile çalışmakta bir beis görmüyor.
Türkiye, DAEŞ’le mücadelede Türkiye Cumhuriyeti’yle işbirliği yapmanın PYD ile işbirliği yapmaktan daha tutarlı, daha mantıklı olduğuna ikna etmek istiyor ABD’yi.
Bu başarılırsa Suriye’nin geleceği Türkiye’nin tezine daha yakın bir istikamete girer.
Dünya çok değişti. Arap Baharı rüzgarının esmeye yeni başladığı 5 yıl öncesine dönmek artık imkansız.
Ama neden olmasın güney sınırımızda bir PYD koridorunun olmadığı bir Suriye?
Tamam, istediğimizin aynısı olmaz, ama zaten dünyada kimin istediğinin aynısı oluyor ki?
Keza, belki FETÖ’nün terör örgütü olduğuna Trump’ın ABD’sini ikna edebiliriz.
Bu ihtimalleri zayıf görüyorum; fakat zayıf bir ihtimal, olmayan bir ihtimalden iyidir.
Türkiye’nin ‘devlet aklı’ bu ihtimalleri saf dışı etmek istemiyor.
Dün CIA Başkanı Mike Pompeo Ankara’daydı.
Pompeo’yu Trump atadı. Bu atama anlamlıysa, bizim FETÖ’yle irtibatlı olduğunu düşündüğümüz CIA’de bir bakış farklılığı meydana gelebileceğini düşünmek de anlamlıdır.
Farklılık olur ya da olmaz. Şimdiden kestiremeyiz.
Bununla ilgili müspet veya menfi ipuçları, dışarı yansımadıysa da, Erdoğan-Trump görüşmesinde belirmiştir.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la Pompeo arasındaki görüşmede mutlaka daha somut veriler vardır.
Benim mizacımdaki ‘merak’ başkalarınınkine göre çok kontrollüdür. Yani, ortalamaya göre meraklı sayılmam.
Halbuki gazetecilikte ‘merak’ lüzumludur.
Ben, meraktaki eksikliğimi başka ‘meleke’lerimle telafi ettiğimi zannediyorum.
Haberin ne olduğunu, nerede olduğunu ve nasıl bulunabileceğini sezmekle ilgili melekeler bunlar. Artık olabildiği kadar.
Meraklı sayılmam ama CIA Başkanı ile MİT Müsteşarı’nın neler konuştuklarını, nasıl konuştuklarını merak ediyorum.
Tabii, Pompeo’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmesini de...
Yine de fazla meraka gerek yok. Sabredersek zamanla anlaşılır nasıl olsa.