Elleri temiz, kursağından haram lokma geçmemiş, helal rızıktan başka bir şey tatmamış insanlar gördünüz mü hiç?
Gök kubbenin altı boş değildir, görmüşsünüzdür.
Ya da siz öylesinizdir.
Yüzleri bir başkadır o insanların, hani derler ya nurlu, nurlu demek beyaz ve parlak demek değildir, bilirsiniz, sürekli haramla iştigal edip parlak parlak gezen çok kimseler var.
Sosyetik bir beyazlık da değil.
Bu dediklerim, esmer, kara yağız da olsalar aydınlıktır yüzleri.
Oturuşları, kalkışları da başkadır.
Etrafınızda öyle biri olduğu zaman ya da öyle birinin yakınlarında olduğunuz zaman ruhunuzun arındığını hissedersiniz. İyi gelir öyle insanlar.
Emeğiyle kıt kanaat kazandığı parayla evine ekmek alır.
Cebinden parayı çıkarırken sanki mühim bir iş yapıyordur.
Her kuruşunda alın teri, göz nuru var, kolay değil.
Para ki dolaşmadığı yer kalmamıştır, en süfli yerlerde baş tacıdır, izzeti, onuru, haysiyeti, daha bir sürü şeyi satın alır.
Buna rağmen, o insanın cebinden çıkardığı iki buçuk bira, beş lira, on iki lira, onun cebinden çıkarken mahcup olur.
O insanın aldığı ekmek de mutludur, diye düşünesim var.
Müşterisi olduğu bakkal da…
Yanlış, karışık kuruşuk işlere girmesi mümkün değil o insanın.
O yaklaşmaz, o işler de ona yaklaşmaz.
Bilmez de alemde öyle karışık işler olduğunu.
‘Yolsuzluk’ dediğimiz fiilin irtikap edildiği alem bu insanların mevcut olmadığı bir başka boyuttur.
Gerçi mürtekipler yaslanabilir o insanlara istismar edebilir, suiistimal edebilir.
Ama o insanların ruhu duymaz.
O boyutta değilsiniz. Cemiyetin içindesiniz. Elinizi temiz tutmak istiyorsunuz.
Belki de annenizden, babanızdan helal lokmaya alıştınız.
Cemiyet pek hoşlanmaz sizden.
İçlerine girdiğiniz zaman mahrem mevzular kapatılır. Güncel, afaki mevzulara geçilir.
Siz de pek girmek istemezsiniz o cemiyete. Selamet der kenarest dersiniz ve işinize bakarsınız.
Bir de yolsuzluğa, kirliliğe itiyat kesp edenler var.
Onu hayatın bir parçası, bir gerçeği olarak kabul edenlerin dünyası.
“O işi hallettim, başkanı gördüm biraz, anlaştık al gülüm ver gülüm.”
“Bize de bir şey kaldı Allah bereket versin.”
Allah mı bereket versin?
Allahu teala temiz olmayan bir şeye bereket verir mi?
Bereket diye neye diyorsun sen?
Böyle bir boyut.
Boyut tabirini yanlış mı kullanıyorum?
Yani kendine özgü bir hayat tarzı, kendine mahsus bir jargon, birbirini bilen ve birbirinden memnun, birbiriyle mutlu bir cemiyet.
Herkesin birbirinden razı olduğu, adalet kavramının yolsuzlar arasında adalet olarak algılandığı bir cemiyet.
Yolsuzluk mu? Herkes yapıyor.
Ben yemesem başkası yiyecek.
Ben almasam başkası alacak.
Ya da biraz uzağındaysa, bizimkiler yemese ötekiler yiyecek.
Kirlilik nasıl da bulaşıyor, koronadan beter, namussuz havadan bile sirayet ediyor, maske, aşı falan kar etmiyor.
Bu boyut dediğim şeyin müesses hale geldiğini düşünmeye başladım.
Hani söylüyorum bazen, “Yolsuzluğa karşı sürü bağışıklığı kazandık” gibi cümleler.
Müesses ve yaygın.
‘Örgün’ diyorlar ya, ondan işte.
Öyle ki, bir siyasetçi inandırıcı bir üslupla yolsuzluğu tamamen kaldıracağını vaat etse, insanlar da “Bu adam iktidara gelirse vallahi kaldırır yolsuzluğu” diye kanaat getirse, o siyasetçi oy kaybedebilir.
Taraftarlarıyla, müdafileriyle, gönüllüleriyle büyük ve güçlü bir camia.
Sivil topluma teşbih edebilir miyiz?
Yeşilller, doğayı, hayvanları, kuşları koruma cemiyetleri gibi?
Öyle bir teşbih noksan kalır.
Bir lobiye benziyor.
Kuvvetli bir lobi. Hatta en kuvvetli lobi.
Troller, fedailer. Besili besili tipler.
Bir şeye üzülüyorum.
Bu lobinin temiz insanları kullanabilmesine.
Onların yüzündeki aydınlığı gölgelemesine.