Bir görüşe göre ekonomimiz iyiye gidiyor.
Tabii bunu sokakta söylerseniz ummadığınız reaksiyonlarla karşılaşabilirsiniz.
Bütün sokaklar için geçerli mi bu?
Değil.
Bazı sokaklarda sorun taşınabilir seviyede. İnsanların hayat standartlarını etkileyecek derinlikte bir sıkıntı yok.
Bizim gazetenin merkezi Emirgan’ın üstünde, Reşitpaşa’da.
Bizim gazete, Reşitpaşa’daki iki ayrı âlemin ortasında yer alıyor.
Sol tarafımıza baktığımızda geniş bahçeli, önlerinde lüks otomobillerin, kapılarında güvenlik görevlilerinin hatta muhafız köpeklerin bulunduğu villalar görüyoruz.
Sağ tarafta da hala tapusuz, çoğu derme çatma binalardan oluşan, orta halli ya da ortanın biraz altında hayat standardına sahip insanların yaşadığı kısım var.
Öyle kurmuşlar ki mahalleyi, iki ayrı dünya. Villaların tarafına geçebileceğiniz sokağı kolay kolay bulamazsınız.
Sol taraftaki sokaklarda bizim bildiğimiz alelade sıkıntılar yaşanmıyor. Onların sıkıntısı değişik.
10 milyon dolar borcu varsa bile, hatta iflas etmişse bile BMW’ye binmeye devam etmenin yolunu bulabiliyorlar.
Mahallenin sağ tarafında durum farklı.
Ekonomideki her kımıldanış günlük hayatı etkiliyor.
Doğalgaza zam geldiğinde cebinden parası eksiliyor.
Elektriğe geldiğinde hakeza...
Okul servisine gelen zamda bile bütçesi sarsılıyor.
Yorgan gitgide küçülüyor.
Mahallenin sağ tarafındaki vatandaş ayağını yorganın altında tutabilmek için büzüştükçe büzüşüyor.
Pazarda bile, her hafta mesela üç kilo domates alırken, iki kilo almaya başlıyor.
Bir ayakkabıyı altı ay giyerken bir yıl giymeye çalışıyor.
50 liralık berbere giderken 10 liralık berber arıyor.
Vatandaş büzüşünce tüketim azalıyor.
Tüketim azalınca enflasyon düşüyor. Üretim de azalmak zorunda kalıyor. Müşteri yok, niye üretesin?
Fabrikalar bütçelerini dengede tutabilmek için işçi çıkarıyorlar.
Bu sefer işsizlik artıyor.
Yetkililer sadece rakam olarak işsizlikten haberdar oluyor.
Rakamların ardındaki gerçekler, yanan canlar, yıkılan ocaklar verilere yansımıyor.
Az çalışan fabrika daha az enerji harcıyor. Böylece biz, enerjiye daha az dolar ödüyoruz.
Öte yandan, döviz fiyatları yüksek seyrettiği için ihracatçılarımızın rekabet gücü artıyor. Dolayısıyla ihracat da artıyor.
İhracatçı rahatlarken, ithalatçı kıvranıyor. Döviz pahalı, her şeyin fiyatı TL bazında bir önceki yılın neredeyse iki katı.
İthalat azalıyor.
Enerjiye ve ithalata daha az döviz ödediğimiz için cari açık kapanıyor.
Bütün bu etkileşimlerin sonunda bazı rakamlar elde ediyoruz.
Enflasyon düşmüş.
Cari açık azalmış, hatta kapanmış.
Faizler düşmüş.
Döviz de istikrarlı, neredeyse bir yıldır hoplayıp zıplamayı bıraktı.
Öyleyse ne homurdanıp duruyorsunuz, demek ki ekonomimiz iyi?
İyi de işte böyle iyi. Küçülerek, daralarak.
Buraya kadarını anlıyorum. Eminim herkes benim kadar anlıyordur.
Şunu tam anlamadım:
Merkez Bankası faiz düşürüp duruyor.
Türkiye’de yaygın olan piyasa tezine göre faiz düşünce döviz yükselirdi.
Ama altı aydır faiz boyuna düşmesine rağmen dövizde ciddi bir yükseliş yok.
Kandırıldık mı yoksa?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘faiz enflasyonun sebebidir’ derken daha isabetli bir tezi mi savunuyordu?
Vaktiyle, “Merkez faizi arttırmadı, eyvah döviz yükselecek” diye feryad eden ekonomistler henüz tatminkar bir izah getirmiş değiller.
Bizim ekonomi şefimiz İbrahim Kahveci, Merkez Bankasının, kamu bankaları marifetiyle, artan döviz mevduatını bir çeşit fiktif dövizle dengeleyen bir operasyon yaptığını söylüyor.
Piyasanın döviz ihtiyacı böyle sağlanıyor ve döviz fiyatı yükselmiyor.
Benzer bir tezi dün paraanaliz.com’da Kerim Rota da savunmuş.
Eğer Merkez Bankası böyle bir icat yaptıysa, bu da bir çeşit başarı sayılmaz mı?
Ama nereye kadar?
Eğer çözüm fiktifse, bir yerden patlak verir.
Bu izahlar beni henüz tatmin etmiş sayılmaz.
Piyasaya döviz cinsinden başka bir para girmiş olması lazım.
Ama nereden girdi, nasıl girdi? Kimin parası?
Henüz bilmiyorum.